id
int64 9
9.71k
| title
stringlengths 7
104
| keyword
stringlengths 0
298
| abstract
stringlengths 0
16.9k
| definition
stringlengths 1
250
| itemText
stringlengths 0
220k
| sourceText
stringlengths 0
52.8k
| subText
stringlengths 0
203
| articleLinks
stringlengths 43
46
| writerName
stringlengths 6
37
| primaryImage
stringlengths 0
70
| releaseDate
stringdate 1899-11-24 22:03:00
2025-07-01 21:00:00
| updateDate
stringdate 2025-07-14 21:50:00
2025-08-12 14:34:00
|
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
9,710
|
İsmail Hami Danişmend (1892-1967)
|
İsmail Hami Danişmend, Sivas Kongresi, Manda meselesi, Türk Tarihi, Türk kültürü
|
İsmail Hami Danişmend yakın tarihimizin ilginç simalarından biridir. Mülkiye mezunudur. Sivas Kongresi'ne İstanbul delegesi olarak katılmıştır. Kongrede Amerikan mandasını savunmuş ancak sonradan bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Sivas'ta yayımlanan İrade-i Milliye gazetesinde başyazarlık yapmıştır. Cumhuriyet devrinde devlet görevi almayı kabul etmemiş, araştırmaya ve yazarlığa ağırlık vermiştir. Başta Türk tarihi ve medeniyeti üzerine yazdığı incelemeleri olmak üzere, sözlük ve çevirileri dâhil çeşitli türlerde 30’dan fazla eser bırakmıştır.
|
Sivas Kongresi delegesi, tarihçi ve yazar.
|
İsmail Hami Danişmend 1892 yılında Merzifon’da doğmuştur. Babası, Türkmen meliklerinden olup Anadolu’da teessüs eden ilk Türk beyliklerinden Sivas merkezli Danişmendli Devleti’nin kurucusu Danişmend Gazi’nin soyundan gelen Mehmed Kâmil Bey; annesi ise Çerkez asıllı Melek Hanım’dır. Mutasarrıf olan babasının görevleri nedeniyle çocukluk ve ilk gençlik yılları Lübnan, Trablusgarp ve Şam’da geçti. Şam İdadisi’nden mezun olduktan sonra İstanbul’a gelerek Mekteb-i Mülkiye’ye kaydoldu ve burayı 1912’de derece ile bitirdi. Kısa süre Paris’te College de France’da öğrenim gördükten sonra yurda döndü. Aynı yıl Hariciye Nezareti’nde kâtip olarak göreve başladı. Ancak yetişme tarzı, mizacı ve hayat anlayışı memuriyetle bağdaşmadığı ve araştırmaya ve ilim adamlığına yatkın olduğu için bürokrasiyi bırakarak öğretmenlik mesleğine geçti. Maliye Mekteb-i Âlisi’nde yakınçağ tarihi hocalığı, Dârülfünûn Edebiyat Şubesi’nde dinler tarihi müderris muavinliği ve mezun olduğu Mekteb-i Mülkiye’de siyasi ve medeni tarih muallim muavinliği yaptı. Harb-i Umumi’nin başlaması üzerine önce seferberlik kapsamında talimgâha sevk edildi. Fakat sonradan Ziya Gökalp’in yönlendirmesiyle, bölgedeki Türkler hakkında inceleme de yapması için Bağdat Hukuk Mektebi müdürlüğüne tayinini istedi. Bağdat’ta bulunan İran Kuvve-i Seferiyesi Komutanı Rauf Bey’in Güney İran’a gidişinden bir süre sonra telgrafla kendisini çağırması üzerine orada bir sene kaldı ve yine onunla beraber İstanbul’a döndü. Onun himayesinde önce Umûr-ı Şarkiye Müdüriyetinde görevlendirildi. Mondros Mütarekesi’nden sonra Rauf Bey bahriye nazırı olunca onu özel kalem müdürlüğüne getirdi. Ancak İzzet Paşa kabinesinin dağılması ve Rauf Bey’in nazırlığının düşmesi üzerine memuriyetinden istifa etti. İsmail Hami Bey bir yandan yayın faaliyetleri ve özgün görüşleriyle adını duyurdu. Daha Mülkiye’de öğrenci iken 1910 yılında Düşünüyorum ve Kanad dergilerinde yayınlanan şiirleri ve fikir yazılarıyla, Meşrutiyet’ten sonra başlayan yeni devrin genç aydınları arasında sayılacak kadar parladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında 1915 yılında Celal Nuri Bey’in çıkardığı Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası ’nda yazılarına devam etti. Mütareke döneminde İstanbul’daki resmî görevi sırasında gazetecilik serüveni başladı. Fethi Bey ile Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Kasım-21 Aralık 1918 arasında çıkardıkları Minber gazetesinde başyazıları yayımlandı. Kısmen sansürlenmiş bir yazısında, kendini Yıldız Sarayı’nın duvarları içine hapseden II. Abdülhamid’in milletten bihaber olmasına rağmen milletle ilgili hemen her hususta karar vermesini eleştirirken, büyük umutlar bağlanan 1908 Devrimi’nden sonra bu zihniyetin devam ettiğini ve padişahın tek adam rolünü şimdi nezaretlerin üstlendiğini ileri sürmüş; Yıldız istibdadının biraz demokratlaşmasından başka bir şeyin değişmediğini istihza ile anlatmıştır. Avrupa’da yöneticilerin halkla iç içe olmalarına ve halk tarafından her yönleriyle tanınmalarına karşılık Türkiye’de halk ile yöneticiler arasında kopukluk bulunduğunu, Yıldız’ın maddeten yıkılmasına rağmen Yıldız zihniyetinin “demokrat taslakları” tarafından manen yaşatıldığını savunmuştur. Bütünleşmenin sağlanması için yöneticilerin Avrupa’daki gibi demokratik seçimlerle belirlenmesi ve milletle ilgili kararlar alınırken milletin temsilcileri olan aydınların görüşlerine müracaat edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. “Temelsiz Bir Bina” başlıklı makalesinde ise, ülke yönetiminin eski devrin zihniyetine sahip kimselere bırakılamayacağını, aydınların ve millet temsilcilerinin de yönetimde söz sahibi olmaları gerektiğini şu cümlelerle dile getirmiştir: Değil yalnız bir milletin, hatta o milletle beraber bütün ensâl-i müstakbelesinin de hukuk ve mukadderatının tayini eski Bâbıâli zihniyetiyle yetişmiş birkaç memura tevdi olunamaz. Esasen bu o kadar büyük bir meseledir ki her halde bâr-ı mesuliyetine birkaç kişinin dûş-i tahammülü kâfi gelmez. Binaenaleyh işin içine efkâr-ı umûmiyye mümessilleri de karıştırılmalıdır ve zaten milletin fikrini almak için millete müracaattan başka çare yoktur. Bu sayede hem herkesten evvel hükümetin mesuliyeti tahaffüf etmiş ve hem de metâlib-i milliyemiz mümkün ve kâbil-i tatbik olduğu kadar milletin iştirakiyle tertip edilmiş olur ve bu ancak bu suretle kesb-i sıhhat edebilir . İsmail Hami Bey, Minber gazetesinin kapanması üzerine kendi gazetesi Memleket ’i çıkardı. Günlük olarak 10 Şubat-14 Ağustos 1919 arasında yayımlanan gazetede başyazar sıfatıyla tam bağımsızlığı savunan, milliyetçi yazılar kaleme aldı. Gazetenin yayın politikasını ve amacını, ülkenin en adil ve mağdur unsuru olan Türk milletinin tarihî ve meşru haklarını savunmak şeklinde açıkladı. Bu topraklarda yüzyıllardır egemen olan Türk halkının bağımsızlığı kesinlikle hak ettiğini ve bu amaca ulaşacağını haykırdı. Müteakip günlerdeki yazılarında, Mondros Mütarekesi’yle birlikte taşkınlıkları artan Ermeni ve Rum bölücülüğüne karşı görüşlerini dile getirdi. Tehcirden dolayı suçlanan idarecilere ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’e yazılarıyla sürekli destek verdi. Kemal Bey’in 10 Nisan 1919’daki idamından bir gün önce yayımladığı “Kurban Siyaseti” başlıklı makalesinde, onun idamını istemenin vicdanla bağdaşmayacağını belirtti. Türklere mezalim yaptıkları belgelerle sabit olan Ermenilerin hiçbirinin Divan-ı Örfi’de yargılanmamasını sert bir dille eleştirdi. Memleket ’in yayımlandığı tarihlerde ülke, İngiliz yanlısı Damat Ferit Paşa’nın başında olduğu kabine tarafından yönetilmekte idi. İsmail Hami Bey milliyetçi görüşleri yüzünden İttihatçılıkla suçlandı. Nihayet İtilâf Devletlerinin baskısıyla gazetenin yayını Temmuz ayında hükûmet tarafından durduruldu. Memleket bir süre gizlice yayımlandıysa da Ağustos’un ortasında tamamen kapandı. İsmail Hami Bey’in hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Ancak o, böyle bir kararı beklediği için daha öncesinde Sivas Kongresi’ne katılmak üzere Anadolu’ya gittiğinden hükûmet güçlerinden kurtuldu. Kendisi İstanbul’da olmadığı sırada yayımlanan Memleket ’in 15 Ağustos tarihli “fevkalade” sayısı millî bir manifesto niteliğindeydi. Milliyetçi gençler vasıtasıyla dağıtılan gazetenin kendisi 2 kuruş olduğu halde Damat Ferit’in bunları toplatmak için her birine 300 lira ödemiş olması, bunun hükûmet çevrelerinde yarattığı korkunun boyutu hakkında fikir vermektedir. Fevkalade nüshanın Kadıköy tarafındaki dağıtımını üstlenen Tahsin (Demiray) Bey, yıllar sonra kaleme aldığı İsmail Hami biyografisinde, Mütareke’nin karanlık günlerinde umut ışığı gibi doğan nüshanın elden ele dolaşarak heyecanla okunduğunu ve büyük bir coşku yarattığını yazmıştır. İsmail Hami Bey, Sivas Kongresi tutanaklarına, sekizinci üye olarak ve “İstanbul delegesi, Mülkiyeli, gazeteci” kaydıyla geçirilmiştir. Kongrenin açıldığı 4 Eylül günü yapılan oylamada başkanlık divanı kâtipliğine seçilmiş; bunu istemediğini belirtmiş ise de Mustafa Kemal Paşa’nın ısrarıyla kabul etmek zorunda kalmıştır. Çalışmalar boyunca genel sekreterlik ve istihbarat şubesi şefliği görevlerini de ifa etmiştir. Sunulan takrirleri, telgrafları ve diğer metinleri bizzat okumuş, kâtiplerin müsvedde olarak tuttukları kongre tutanaklarını sonradan el yazısıyla temize çekmiştir. Hami Bey, manda taraftarlarının kurdukları Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni eleştirdiği bir makalesinde, ülkenin kaderi için Bâbıâli’nin kararının yeterli olamayacağını, milletin taleplerinin dikkate alınması gerektiğini ve bunun için millete gitmekten başka çare olmadığını dile getirdiği halde, kongrede, birçok delege gibi o da Amerikan mandasını savundu. Kara Vasıf ve Bekir Sami Beyler ile yine İstanbul delegesi olan İsmail Fazıl Paşa’yla beraber hazırladıkları manda önergesini 8 Eylül’de kongreye sundular. Kara Vasıf’ın kürsüden inmesinden sonra söz alan İsmail Hami Bey, devlet gelirlerinin ancak borçların faizini karşılamaya yettiğini, bu sebeple dışarıdan yardım almanın kaçınılmaz hale geldiğini ileri sürdü. Manda meselesini, milletlerin durumuna göre üç kısımda ele alarak, Türkiye için düşünülen mandanın geri kalmış toplumlara ve yeni kurulan devletlere uygulanandan farklı olduğu şeklinde bir değerlendirme yaptı. Mandanın uluslararası hukukta Osmanlı Devleti’ne üstün bir mevki kazandıracağını iddia etti. ABD’nin Avrupavari emperyalist bir düşünce ile günün birinde Osmanlı Devleti’ni ezmeye çalışacağı ihtimali akla gelse bile, devletin içinde bulunduğu durumdan dolayı mandayı kabulden başka çare olmadığını ileri sürdü. Manda tabirinin kongre üyelerini gereksiz endişeye sevk ettiğini, oysa bunun Türklerin istiklallerinden vazgeçmesi anlamına gelmediğini savundu. Sundukları önergede, patrikhane gibi kurumların ait oldukları ülkelere gönderilmesini içeren bir hüküm bulunduğunu hatırlatarak, kendilerinin de istiklalden ödün vermek istemediklerini ispata çalıştı. Fakat mandacı görüşleri nedeniyle büyük tepki çekmekten kurtulamadı. Sonunda Rauf Bey’in, mandanın bağımsızlığı yok edeceğini, bu sebeple Amerikan mandaterliğinin değil yardımının (müzaheret) istenebileceğini ve bunun zorunluluk olduğunu belirtip, Erzurum Kongresi kararlarının da belli koşullarla dış yardıma onay verdiğini hatırlatması üzerine yapılan oylama neticesinde bu uzlaştırıcı yol kabul edildi. Mesele İsmail Hami Bey’i de memnun edecek biçimde çözülmüş olmakla beraber kulaktan kulağa yayılan dedikoduların arkası kesilmedi. Türk yurdunu başka bir ülkenin himayesi altına sokmak isteyen kişiler Sivas’ta mandacı damgasını yemekten kurtulamadılar. Bunlardan biri şehirde dolaşırken konudan haberdar olanlar birbirlerine göstererek “Mandacı geliyor” diye alay ettiler. İsmail Hami Bey, diğer manda taraftarlarından farklı olarak, Kuvâ-yı Milliye teşkiline de karşı çıkmamış, tedbir olarak öne sürdüğü mandanın gerçekleşmemesi halinde, Millî Mücadele hareketini sonuna kadar destekleyeceğini açıklamıştır. Nitekim 1925 yılında İstiklal Mahkemesince yargılandığı duruşmada, “Amerikan mandasını memleket inkısâm ederken denize düşenin yılana sarılması kabîlinden ehven-i şer addettiğini” söylemiştir. Mustafa Kemal Paşa, basının propaganda aracı olarak gücünü ve önemini bildiğinden, kongrede alınan kararların İstanbul hükûmetine, İtilaf güçlerine ve hepsinden önemlisi Türk milletine anlatılması amacıyla Sivas’ta İrade-i Milliye adıyla bir gazete çıkarmaya karar vermişti. İsmail Hami Bey’den de gazeteye yazılarıyla destek vermesini istemişti. O ise, İsmail Fazıl Paşa’nın teklifi üzerine Ankara’ya giderek oradaki vilayet gazetesini ele geçirip İstanbul hükûmetine karşı basın-yayın yoluyla propaganda yapmak fikrindeydi. Düşüncesini Rauf ve Bekir Sami Beylerle paylaşmış fakat onların “Sen burada kal, birçok işler için lazım olabilirsin” diyerek karşı çıkmaları üzerine Sivas’ta kalmış ve mesaisini İrade-i Milliye gazetesine teksif etmiştir. Yazı işleri müdürlüğünü Mazhar Müfit’in yaptığı gazetenin ilk sayısı 14 Eylül’de yayımlandı. İsmail Hami Bey, sonradan Hakimiyet-i Milliye ve Ulus adlarını alacak olan gazetenin başyazarlığını üstlenmişti. İlke kararı gereği yazılarda imza bulunmaması gerekiyordu. Fakat Mustafa Kemal Paşa gazetenin basıldığı vilayet matbaasını ziyaretinde, daha ilk sayıda kendi direktifiyle yazılmış makalenin altında İsmail Hami imzasını görünce öfkelenmişti. İsmail Hami Bey bu makalesinde, Birinci Dünya Savaşı’nın mağlup devletlerinden Almanya ve Bulgaristan’ın her ne kadar ağır yenilgi alsalar da bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini korudukları halde Osmanlı Devleti’nin her şeyini kaybetmesinin ve diğer felaketlerin müsebbibinin İstanbul hükûmeti olduğunu; “Hain Ferid” ve “mel‘un” diye nitelediği “vatanına karşı hiçbir alaka hissetmeyen alçak sadrazamın hain kabinesinin” memleketi, milleti, dini kısaca bütün mukaddesatı bir tarafa bırakıp yalnız Ermeni tehcirinin sorumlularını cezalandırmakla uğraştığını; patriğin gönlünü hoş etmek için Ermeni haklarını savunduğunu, Anadolu’daki millî galeyanı İttihatçılık ve Bolşeviklik şeklinde göstererek ülkeye yabancı müdahalesini davet ettiğini, Anadolu’da bir Ermenistan kurulmasına hükûmetin amade olduğunu ilan etmekten utanmadığını, “İzmir’de mukaddesatıyla vatanını müdafaa ile meşgul olan kahraman dindaşlarımızı arkalarından vurmak için çeteler teşkil ettirdiğini” yazmış; Millî Hareket’in bu sebeplerden doğduğunu dile getirmişti. İsmail Hami Bey, Sivas’ta İrade-i Milliye gazetesiyle meşgul olduğu sırada bir talihsizlik daha yaşadı. İstanbul’dan ayrılmadan önce Memleket ’in idare kısmını devrettiği ve sonradan para meselesi yüzünden arasının açıldığı Yusuf Mazhar’ın buraya gelerek kendisi aleyhinde yazdığı iki mektubu Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’e vermesi, başta bunlar olmak üzere birçok kişiyle arasına soğukluk girmesine neden oldu. Hami Bey birkaç hafta sonra amcasından aldığı davet üzerine Merzifon’a gitmeye karar verdi. İsmail Hami Bey’in Anadolu’da kalmak istemesi, esasında, Memleket ’in fevkalade nüshasından dolayı hakkında başlatılan takibatın devam etmesinden, yani güvenlik kaygısından ileri gelmekteydi. Damat Ferit hükûmetinin istifa etmesiyle 1919 Ekim’inin başında Ali Rıza Paşa kabinesi kurulmuş ise de İngilizler halen İstanbul’da idiler ve padişah Sivas Kongresi’ne katılanlar hakkında ayrıca takibat başlatmıştı. Nihayet Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye 18 Aralık’ta Ankara’ya doğru harekete geçerken o da doğduğu yer olan Merzifon’un yolunu tuttu. Burada beş ay geçirdikten sonra İstanbul’a gitti. İsmail Hami Bey, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na yakın olan ağabeyi Sami Bey’in iltimasıyla Osmanlı hükûmetinin Barcelona şehbenderliği görevine atandı. Bunu kabul ettiği için Ankara’daki Millî hükûmet tarafından cezaya çarptırıldı. Bunun üzerine Avrupa’ya gitti. Fransız ve Alman kütüphanelerinde tarih araştırmaları yaptı. İstiklal Harbi’nin kazanılmasından sonra yurda döndü. Paris’te TBMM’nin meşruiyeti aleyhinde yayın yapan Mücahede adında bir gazete çıkardığı suçlamasıyla 10 Nisan 1925’te tutuklandı. İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Mahkeme, adı geçen gazeteyi onun çıkarmadığına, cumhuriyetçi olduğuna ve saray çevresiyle ve saltanatçılarla ilgisinin bulunmadığına kanaat getirerek beraatına karar verdi. Yeni dönemde resmî görev almayıp bütün mesaisini yazmaya hasretti. Bu arada Soyadı Kanunu’yla, atasının ve soyunun adı olan Danişmend soyadını aldı. Muhalefet partilerini bir araya getirip ülke sorunlarına çözüm bulmak amacıyla bir grup arkadaşıyla 1950 yılında Müstakiller Birliği’ni kurdu. Kendini parti değil cemiyet olarak tanımlayan birlik, cumhurbaşkanlığı sisteminden anayasaya, basın kanunundan eğitim sistemine kadar birçok şeyi değiştirmeyi, bilimde ve akademide devletin müdahalesini kaldırmayı hedefliyordu. Fakat birlik o yıl yapılan seçimlerden sonra kendini feshetti. Aynı yıl, İstanbul’un Beş Yüzüncü ve Müteakip Fetih Yıllarını Kutlama Derneği adıyla kurulup bir yıl sonra İstanbul Fetih Cemiyeti’ne dönüştürülen cemiyetin ilk başkanlığını yaptı. Bazı yazar ve akademisyenlerin girişimiyle 1955 yılında faaliyete başlayan Türkiye İlim ve Sanat Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. İsmail Hami Danişmend farklı yerlerdeki evlerini birer kültür merkezi ve edebiyat mahfili olarak kullanmıştır. Kuzguncuk’taki büyük köşkünün müdavimleri arasında Abdülhak Hamit Tarhan, Ahmet Hamdi Tanpınar ve İsmail Habip Sevük gibi simalar vardı. Hilton Oteli’nin karşısında yer alan Hava Palas’taki apartman dairesi ise özellikle 1955-57 yıllarında düzenlenen cumartesi toplantılarında, pek çok edebiyatçı, akademisyen, sanatçı ve devlet adamını, ayrıca Osmanlı hanedanı mensuplarını ağırlamıştır. Ord. Prof. Sadi Irmak, Prof. Kazım İsmail Gürkan, Peyami Safa, Eşref Edip, Ferruh Bozbeyli, Cevat Rifat Atilhan, Vecdi Bürün, Nazif Çelebi, İbrahim Çallı, Adile Ayda, Şükûfe Nihal, Lâika Karabey, eski büyükelçilerden Tevfik Kamil Bey; II. Abdülhamid’in kızları Ayşe ve Şadiye Sultanlar, Sultan Abdülaziz’in torunlarından Seyfeddin Efendi’nin kızı Fatma Gevherin, Sultan Vahdeddin’in küçük kızı Sabiha ve Şehzade Yusuf İzzeddin’in küçük kızı Mihrişah Sultanlar bu isimlerden birkaçıydı. Burada bazen saz fasılları da düzenlenmiştir. Fakat Osmanlı ailesinin üyelerinin devam etmesi Danişmend’in aleyhinde kullanılmış; evde Cumhuriyet düşmanlarının, monarşistlerin ve saltanatçıların yuvalandığı söylentileri yüzünden toplantılara son verilmiştir. Danişmend bu tarihlerde milliyetçi gençliğin tepkisiyle karşılaşmıştır. Millî Türk Talebe Birliği’ne mensup bir grup, onun İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı eserini 1924 yılına kadar getirdiği halde Atatürk’ün adını hiçbir vesile ile anmamasını protesto amacıyla 22 Temmuz 1955 tarihinde üniversite lokalinde toplanarak kitabın dördüncü cildinin kapağını yakmıştır. İsmail Hami Bey iki gün sonra Vatan gazetesine verdiği röportajda, kendisinin ilmî bir eser yazdığını, kitabın Osmanlı tarihiyle ilgili olduğunu, tarih usulü bakımından bir olayın kayda geçirilebilmesi için üzerinden 50 yıl geçmesi gerektiğini, Atatürk’ün Samsun’a çıkışından itibaren oynadığı rolün Osmanlı Devleti’ni değil yeni bir tarihî devri ilgilendirdiğini ve başka bir tarihin kahramanı olduğunu, belirtilen süre geçip bu devrin tarihinin yazılışı sırasında ilmî bir bakışla kaleme alınacağını dile getirmiş ve bununla beraber kitabın sonunda çerçeve içine aldığı bir notta Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ün adını hürmetle andığını eklemiştir. İsmail Hami Danişmend mustarip olduğu rahatsızlıktan kurtulamayarak 12 Nisan 1967 tarihinde vefat etmiş ve Zincirlikuyu Mezarlığı’nda defnedilmiştir. Yakın dostlarından Refi Cevat Ulunay’ın, vefatının ardından yazdığı makalenin bir bölümü şöyleydi: İsmail Hâmi Danişmend kuvvetli tarihçi ve Türkçü idi. Tarihî bahislerde fikirleri bir “hakem” kararı gibi telakki edilirdi. Türkçülüğü yalnız ilmî değil nesebî idi de. İsmail Hâmi, ecdadı Danişmendîlerden olduğunu ilmi, irfanı, medenî cesareti ile ve tam eski Türklüğe yakışan misafirperverliği ile bir “prens” olduğunu ispat etmiştir. İsmail Hâmi her cumartesi akşamı evinde misafir kabul ederdi. Memleketin kalburüstü şahsiyetleri, Osmanlı hanedanından bazı prensler, şairler, edipler, muharrirler toplanırdık. Misafir adedi ne kadar çok olursa İsmail Hâmi o kadar memnun olurdu. Refikası İclâl Hanım nefis yemekler hazırlar ve herkesi ayrı ayrı nasıl ağırlayacağını bilemezdi. Zaten İsmail Hâmi’nin kabul salonu tarihî bir “müze” halinde idi. […]Hatıratında, acıları da vardır. Mesela Üniversite’de yakılan kitabının küllerini toplamış, vitrinine koymuştur. Bu değerli ilim adamının vefatı ile münakaşalar yapılan “İsmail Hâmi Danişmend’in Encümen-i Dâniş”i de kapanmış oldu. Allah ona rahmet etsin. İsmail Hami Bey araştırmayı ve öğrenmeyi sevdiği için bürokrasiden uzak durmaya çalışsa da derin tarih bilgisi sayesinde Türkiye üzerine yazılan emperyalist senaryoları bildiğinden Millî Mücadele hareketine duyarsız kalmamış ve kendisine verilen görevleri yerine getirmeye çalışmıştır. Sivas’a kongre tarihinden iki hafta önce geldiği için bazen şehrin muhtelif mekânlarında eşraf ve esnafla bir araya gelerek memleket sorunları üzerine sohbet etmiş, Sivas tarihine dair incelemelerde bulunmuştu. Onun ünlü bir tarihçi olduğunu öğrenen bir grup Sivaslı, kaldığı idadi binasında kendisine müracaat ederek bir evin bodrumunda yer alan kitabeye benzer taşı incelemesini istemişti. İsmail Hami Bey bunun bir mezar kitabesi olduğunu tespit etmiş ve yazıları kağıda geçirmiştir. Ancak Anadolu meliklerinden birinin genç yaşta ölen kızı için inşa ettirdiği türbeye ait olması muhtemel bu kitabenin fotoğrafını aldırmadığından duyduğu pişmanlığı hayatı boyunca dile getirmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra kurulan yeni rejimde devlet görevi almayarak eğitime, yazmaya, tarih ve kültür araştırmalarına yönelmiştir. Reisicumhur Mustafa Kemal 1933’teki üniversite reformu sırasında ona Dârülfünûn’da ordinaryüs profesör payesi vermek istediyse de Fuat Köprülü’nün kıskançlık nedeniyle çıkardığı engel yüzünden öğretim üyeliği gerçekleşmedi. Evine kapanarak araştırmalarına yoğunlaştı. Hüseyin Sadettin Arel’in 1939’da aylık olarak çıkardığı Türklük dergisinin başyazarlığını yaptı. Cumhuriyet , Yeni Sabah , Milliyet , Aile , Barış Dünyası gibi gazete ve dergilerin yanı sıra Zonguldak’ta çıkan Karaelmas dergisinde ve Konya ve Bursa Halkevlerinin dergilerinde makaleleri, şiirleri ve yabancı dillerde yazılmış Türk tarihiyle ilgili yazılardan yaptığı çevirileri yayımlandı. İsmail Hami Danişmend, sade ve akıcı bir üsluba sahiptir. Yazılarını Türkçü bakış açısıyla kaleme almış; Türklere ve Müslümanlığa yönelik oryantalist önyargıları onların kaynaklarıyla yıkmak istemiştir. Türkiye’de muhafazakâr-milliyetçi tarih anlayışının başlıca isimlerindendir. Eserlerinde kronolojik bilgi aktarmaktan ziyade, Türklerin gündelik hayatını, Türk düşüncesini, dilini, kültürünü ve inanç sistemini ve tarihsel süreçte bunların değişimini nedenleriyle birlikte incelemiştir. Dil bilmenin önemi üzerinde durmuş; dil öğrenimi olmadan yapılan sosyal bilimler eğitiminin eksik kalacağını savunmuştur. Türklerin tarihini öğrenmek için Çince bilmek ve Çin kaynaklarını taramak gerektiğini belirtmiştir. Kendisi ileri derecede Arapça, Farsça ve Fransızca bilmekte; okuduğu Almanca, Latince ve Sümerce metinleri anlamaktaydı. Dil çalışmalarından dolayı çağdaşları tarafından filoloji bilgini olarak da kabul edilmiştir. Bir milletin tarihini yazmak için o milletin nasıl teşekkül ettiğini, nasıl ilerlediğini, uygarlık yolunda geçirdiği aşamaları bilmek, kişilerden ziyade toplumların dönüşümünü tespit etmek ve onlardan birtakım sonuçlar çıkarmak gerektiği kanaatindeydi. Bu anlayışla tarih yazabilmek için de elde güçlü vesikaların bulunmasının önemine inanıyordu. Sümer tarihine ve kültürüne özel önem atfetmiş; tarihin, medeniyetin, sanatın ve demokrasinin Sümerlerle başladığını ve Sümerlerin de Türk olduğunu ileri sürmüştür. Danişmend, ilimde, düşüncede ve sanatta Türkleri diğer topluluklardan önde gösterir. Örneğin tiyatronun Avrupa’dan alındığı iddiasını reddeder. Eski Türklerin, içeriğini gündelik hayattan seçerek yazdıkları muhaverelerin piyes türünden farkı bulunmadığını savunur. Demokrasinin 19. yüzyılda ve Avrupa’da doğduğu fikrine de karşı çıkar. Ona göre, dünyada ilk demokrasi ve ilk parlamento Sümerler devrinde ortaya çıkmıştır ve Sümerler de Türk’tür. Demokrasi İslamiyet’ten önce Asya’da kurulan Türk devletlerinde de uygulanmıştır. Bunun en açık belirtisi, Batı’daki gibi sınıfsal farklılıklara benzer ayrılıkların Türklerde görülmemesi, herkesin hukuktan eşit biçimde yararlanmış olmasıdır. İslamiyet’in kabulü Türk siyasal anlayışını ve düşüncesini değiştirmemiş, tam tersine güçlendirmiştir. Ancak Osmanlı’nın gerileme döneminde bu demokratik düzen yozlaşmıştır. Danişmend, din eğitiminin yaygın ve zorunlu olması gerektiği, bunun laikliğe aykırı düşmediği, zira milletin değil devletin laik olabileceği görüşündeydi. Fikrî zenginliği kadar şiirde de güçlü bir yeteneğe sahipti. Küçük yaşından beri uğraştığı şiirlerinde İsmail Hami, Muhtî ve Rabia Hatun mahlaslarını kullanmıştır. Bilimsel araştırmaları ve yayın faaliyetleri sırasında Eğinli Said Paşa’nın torunu olup şair ve kültürlü bir kişiliğiyle tanınan ilk karısı Nazan Hanım ile yine tarihçi olan son eşi İclâl Hanım kendisine büyük destek vermişlerdir. Fazla yabancı dil bilmesinin ve yurt dışı seyahatlerinin avantajlarını kullanarak başta Türk tarihi ve medeniyeti üzerine yazdığı incelemeleri olmak üzere, sözlük ve çevirileri dâhil çeşitli türlerde 30’dan fazla eser bırakmıştır.
|
ANAR, Turgay, Mekândan Taşan Edebiyat: Yeni Türk Edebiyatında Edebiyat Mahfilleri , Kapı Yayınları, İstanbul 2012. CENİKLİOĞLU, Mustafa, İsmail Hâmi Danişmend’in Fikirleri: Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık , Trakya Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi, Edirne 2018. CEVİZLİLER, Erkan, “Sivas Kongresi Divan-ı Riyaset Kâtibi İsmail Hami (Danişmend)”, Atatürk Dergisi , C 3, S 3, Erzurum 2003, s. 203-217. DEMİRAY, Tahsin, “Kaybettiğimiz Değerli Müellif İsmail Hami Danişmend’in Hayat Hikayesi”, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi , C I içinde, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1971, s. IX-XII. DURAN, Mehmet Önder, İsmail Hami Danişmend’in Milliyet Gazetesi Yazları (1950-1952) , Selçuk Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi, Konya 2014. GOLOĞLU, Mahmut, Sivas Kongresi , Başnur Matbaası, Ankara 1969. GÜNAYDIN, Ahmet Necip, Millî Mücadelede Sivas 108 Gün , Sivas Vilayet Kitaplığı, Sivas 2019. İĞDEMİR, Uluğ, Sivas Kongresi Tutanakları , TTK Yayınları, Ankara 1986. İsmail Hami, “Temelsiz Bir Bina”, Minber , nr. 36, 7 Aralık 1918, s. 1. İsmail Hami, “Yıldız Zihniyeti”, Minber , nr. 40, 11 Aralık 1918, s. 1. İsmail Hâmi, “Harekât-ı Milliyenin Esbâbı”, İrade-i Milliye , 14 Eylül 1919, s. 1. İsmail Hami, “Maksadımız”, Memleket , nr. 1, 10 Şubat 1919, s. 1. “İstiklal Mahkemesinde İsmail Hami’nin Muhakemesi”, Hakimiyet-i Milliye , nr. 1340, 21 Mayıs 1925, s. 2. Sivas Valisi Reşit Paşa’nın Hatıraları , haz. Cevdet R. Yularkıran, 2. Baskı, SİSKAV Yayınları, Sivas 2002. TÜRKMEN, Abdurrahman, İsmail Hami Danişmend: Hayatı, Eserleri, Fikirleri, Mücadelesi ve Eleştiriler , KaNeS Yayınları, İstanbul 2015. ULUNAY, Refi Cevat, “İsmail Hâmi Dânişmend”, Milliyet , 14 Nisan 1967, s. 1. Vatan , 24 Temmuz 1955. YILDIRIM, Hüseyin, “İrade-i Milliye Gazetesi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi , VIII/23, Mart 1992, s. 325-330.
|
İsmail Hami Danişmend 1892 yılında Merzifon'da doğmuştur. Babası, Türkmen meliklerinden olup Anadolu'da teessüs eden ilk Türk beyliklerinden Sivas merkezli Danişmendli Devleti'nin kurucusu Danişmend G...
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/9710
|
Kemalettin KUZUCU
|
2025-07-01 21:00
|
2025-08-12 14:32
|
|
8,181
|
Ahmet Talat Aydemir (1917-1964)
|
Darbe, Kalkışma, 22 Şubat, 21 Mayıs, Ordu, Siyaset
|
Ahmet Talat Aydemir, Demokrat Parti (DP) iktidarına karşı muhalif bir askerdi ve ordu içinde çeşitli darbe yanlısı grupların içinde yer aldı. DP iktidarına karşı gerçekleşen ve ordunun yönetime gelmesine imkan sağlayan 27 Mayıs 1960 müdahalesi sırasında Albay Talat Aydemir Kore'de görevdeydi. Bu nedenle darbe sürecinde aktif rol alamadı. Bir kaç ay sonra ülkeye döndüğünde askeri yönetim kendisini Harp Okulu Kamutanlığı'na atadı. Orduya subay yetiştiren bu görev son derece kritik ve önemliydi. Talat Aydemir, askeri müdahale sonrası ülke içinde yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelerden memnun değildi. Ordu, 15 Ekim 1961 seçimleri sonrası ülkenin içine girdiği siyasi parçalanmışlıktan hoşlanmamıştı. Aydemir'in ön planda yer aldığı ve "Albaylar Cuntası" olarak nitelenen askeri oluşum, kapatılan Demokrat Parti'nin siyasi tabanına hitap eden partilerin güçlenmesinden ve bu partilerin sürekli eski Demokrat Partili vekillere yönelik af tartışmalarını kamuoyu ile paylaşmasından çok rahatsızdı. Cumhurbaşkanlığı seçim krizi ve ardından gelen hükümet bunalımı sonrası Talat Aydemir, ülke yönetimine el koymak adına 22 Şubat 1962'de harekete geçti. Darbe teşebbüsü karşısında soğukkanlı ve dirayetli bir politika izleyen Başbakan İsmet İnönü sayesinden teşebbüs başarılı olamadı. Sonrasında Aydemir ve arkadaşları emekli edildi. Fakat Aydemir, ordudan emekli edilerek uzaklaştırılmasına karşın 21 Mayıs 1963'te bir kez daha darbe teşebbüsünde bulundu. Bu teşebbüsü de başarısız olan Aydemir ve arkadaşları yargılandıktan sonra idama mahkum edildi. Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu'nun kararları onaylasından sonra 27 Haziran 1964'te Fethi Gürcan, 5 Temmuz 1964'te Talat Aydemir idam edildi.
|
Darbe teşebbüsünde bulunan Türk Subayı
|
Ahmet Talat Aydemir, 1917 yılında Bilecik’in Söğüt ilçesinde doğmuştur. Babası savaş gazisi Binbaşı Necip Aydemir’dir. İlkokulu Adapazarı Cumhuriyet Okulu’nda okuyan Aydemir, ortaokul öğrenimini Kadıköy Erkek Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1 Eylül 1934 tarihinde Kuleli Askeri Lisesi’ne kayıt olmuştur. 5 Mayıs 1934’te Harp Okulu’na geçen Aydemir, 31 Mayıs 1939’da topçu asteğmen olarak okulu bitirmiştir. Halıcıoğlu’ndaki Topçu Okulu’nda eğitimine devam ettikten sonra 30 Kasım 1939’da teğmen olarak mezun olmuştur. 11 Ekim 1940 tarihinde ilk görev yeri olan Kırklareli’nde 43. Topçu Alayı 7. Bataryası’na atanmıştır. Aynı yerde görevine devam ederken 30 Ağustos 1943’te üsteğmenliğe terfi etmişti. Aydemir, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 18 Ekim 1946’da 52. Topçu Alayı 1. Bölük Komutanlığı’na atanarak, 30 Ağustos 1947 tarihinde yüzbaşılığa yükselmiştir. Talat Aydemir, 30 Ekim 1947’de Kara Harp Akademisi’nin sınavını kazandıktan sonra sırasıyla staj için 3 ay 16’ncı Piyade Alayı'nda, 3 ay Piyade Tekamül Kursu’nda, 2 ay Sivil Binicilik Okulu’nda, 1 ay 3. Zırhlı Tugay’da bulunmuştur. Aydemir, 1 Ekim 1948’de başladığı Harp Akademisi’nden 1 Ağustos 1949’da “Kurmay Yardımcısı” olarak mezun olmuştur. Sivas’ta bulunan 12. Tümen III. Şube Müdür Yardımcılığı’na tayin olan Aydemir, kıta hizmetini yerine getirmek için Sivas’ta bulunan 10. Topçu Alayı 9. Bölük Komutanlığı görevine atanmıştır. Sonrasında Kara Harp Akademisi sınavlarına giren Aydemir, 1954 yılı ağustos ayında akademiyi bitirerek Ankara’da bulunan 28. Topçu Alayı S-2.'liğine tayin edilmiştir. Kısa bir süre sonra Genelkurmay Lojistik Başkanlığı Plan Şubesi’ne tayin edilen Aydemir, 30 Ağustos 1955’te binbaşılık rütbesine terfi etmiştir. Mesleki gelişimine önem veren Aydemir, 1 Ekim 1955’te Saint Benoit Fransız Lisesi’nde dil kursuna katılmış ve 1 Ekim 1956’da Müşterek Akademi’ye (Kara-Deniz-Hava) girerek, 1 Mart 1957’de Müşterek Akademi’den mezun olmuştur. 1950’lerin ortalarından itibaren orduda görev alan alt rütbeli subaylar arasında Demokrat Parti iktidarına müdahalede bulunmak ve son vermek isteyen birtakım gruplar oluşmuştur. O günlerde subaylarla bir araya geldiklerini belirten Aydemir, yapılan toplantılar sonrasında hükûmete müdahaleye karar verdiklerini ifade etmiştir. Dündar Seyhan, Orhan Kabibay’ın da aralarında bulunduğu bir toplantıda yaşananları aktaran Aydemir “ Mart 1957’de bir cumartesi günü öğleden sonra toplandık… Gaye açıklandı. Çalışmalarımızın neticesi bu memleketi bu gidişatından kurtarmak için ne lazımsa yapmak ve icap ettiği takdirde hükümet darbesi yaparak idareyi ele almaktı .” ifadelerinde bulunmuştur. Aydemir, arkadaşları ile yaptıkları bu toplantılarda ilkesel bazı kararlar aldıklarını bilhassa kurdukları ihtilal komitesine albay rütbesinden fazla rütbeye sahip hiç kimseyi almayacakları konusunda hemfikir olduklarına vurgu yapmıştır. Talat Aydemir, Supreme Headquarters Allied Powers Europe’de (SHAPE) [Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargâhı] 3 aylık süreyle kurs görmek adına 1 Mayıs 1957’de Fransa’ya gitmiştir. Kurs dönüşü 30 Ağustos 1957’de Elazığ’da 40. Motorlu Topçu Taburu Komutanlığına atanmıştır. 30 Ağustos 1958’de yarbaylık rütbesine yükselen Aydemir, Siirt’te bulunan 12. Tümen 4. Şube Müdürlüğü görevine atanmış, sonrasında 10. Kore Tugay’ı 3. Şube Müdürlüğü’ne tayin edilmiştir. 1959 Haziran ayında tugayı ile birlikte Kore’ye giden Aydemir, kendi isteğiyle kabul ettiği bu yurt dışı görevi nedeniyle 27 Mayıs askerî müdahalesi sırasında aktif bir görev alamayacak ve aldığı kararı “ hayatta ne kadar yanlış adım attığımı anladım ” ifadeleriyle dile getirmiştir. Aydemir, Kore’deki görevinden ülkeye 8 Ağustos 1960’ta dönmüştür. 30 Ağustos 1960’ta albaylığa yükselen Talat Aydemir, 12 Eylül 1960’ta Kara Harp Okulu Komutanlığı görevine tayin edilmiştir. Ülkeye döndükten ve yeni görevine başladıktan sonra Albay Talat Aydemir’i rahatsız eden iki konu vardır. Biri ordu içinde kendini gösteren bölünmeler, diğeri siyasetçilerin tutum ve davranışları. Talat Aydemir, o günlerde ordu bünyesinde birtakım kırılmalar ve gruplaşmaların olduğuna dikkat çekerek, “ 14’lerin Tasfiyesi ”ni bölünmenin açıkça ortaya çıktığı olay olarak nitelemiştir. Müdahale sonrasında ülke yönetimini üstlenen Millî Birlik Komitesi (MBK) bünyesinde görev alan 14 subay, MBK lideri Cemal Gürsel’in onayıyla 13 Kasım 1960 tarihinde yurt dışı görevlere gönderilmiştir. Aydemir, 14 subayın gönderilmesinin ardından geri kalan MBK üyelerinin ordu içinde bireysel hareket ettiklerini ve taraftar toplamaya başladıklarına vurgu yapmıştır. Öte yandan 14’lerin mağdur edildiğine inanan taraftarlarının da ayrı bir teşkilat yapılanması içine girdiklerine değinmiştir. Talat Aydemir, ordu içinde ortaya çıkan bu parçalanmanın önüne geçmek ve orduyu MBK’nın elinden kurtarmak adına Türk Silahlı Kuvvetler Birliği adını verdikleri teşkilatı kurduklarını ifade etmiştir. Silahlı Kuvvetler Birliği’nin (SKB) “ Kuvvetli Adamı” Albay Talat Aydemir’dir. 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi sonrası ülkede siyasi hayata ara verilirken, Demokrat Parti kapatılmıştır. 1961 yılı ocak ayından itibaren mevcut siyasi partilerin yanında yeni partilerde siyasi yaşamda rol almaya başlamıştı. Müdahale sonrasında siyasi, sosyal ve ekonomik yaşama yönelik ordunun uygulamaları siyasiler ile ordunun arasının açılmasına neden olmuştu. Demokrat Parti’nin politikalarına ve seçmen kitlesine yakın duran Adalet Partisi (AP) ile Yeni Türkiye Partisi (YTP)’nin ülke içinde yürüttüğü siyasi faaliyetler askerin rahatsızlıklarının başında yer almıştır. Talat Aydemir, 1961 yılı sonuna gelindiğinde ordu mensupları arasında hakim olan düşünceyi “ Kanaat o idi ki, memleketin muhtaç bulunduğu ekonomik ve sosyal reformlar ilmi tarzda değil, gelişigüzel uygulanacak, siyasi kavgalarla memlekette 27 Mayıs’tan öncesine daha gergin bir hava yaratılacak, bu durum profesyonel politikacılara maişet endişesine dayanan bir post kavgasından başka bir sonuç vermeyecekti. Bu nedenlerle bir grup subay, yol yakın iken memleketin geleceği bakımından idareye el konulması fikrini savunuyordu.” sözleriyle aktarmıştır. Albay Talat Aydemir’in de ifadelerinde vurgu yaptığı üzere, ordu içinde bir grup subay yaşanan siyasi gelişmelerden hoşnut değildi ve ülke yönetimine müdahale taraftarıydı. 15 Ekim 1961 tarihinde yapılan Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi seçimleri sonrası yaşadıkları hayal kırıklığını aktaran Talat Aydemir, “ Seçimler bilindiği gibi sonuçlanınca millî iradenin tam olarak gerçekleşmediği inancına varmıştık” ifadelerinde bulunmuştur. Seçim sonrası cumhurbaşkanının kim olacağı ile hükûmetin kimler tarafından kurulacağına yönelik belirsizlik sonrasında 21 Ekim 1961’de İstanbul’da Harp Akademisi’nde yapılan toplantıda 10 General ve 28 Albay tarafından “ ülke yönetimine el koymak üzere ” imza edilen protokol metni Devlet Başkanı Cemal Gürsel’e iletilmiştir. Gürsel, 24 Ekim’de parti liderlerini Çankaya Köşkü'ne davet ederek, ordu içindeki rahatsızlıkları dile getirdikten sonra “Çankaya Protokolü” olarak tarihe geçen metni liderlerden imzalamalarını istemiştir. Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanlığı adaylığının partiler tarafından desteklenmesi ve başka aday gösterilmemesi, Yassıada mahkûmları için af konusu ile ordudan emekli edilen subaylar konusunun gündeme gelmemesi kararlarının yer aldığı protokol, parti liderleri tarafından imzalanmıştır. Müdahale düşüncesinde olan generallerin, Çankaya Protokolü sonrası müdahale kararından vazgeçmesi ile birlikte SKB içinde bir parçalanma kendini göstermiştir. Aydemir, bu sürecin sonrasında ordu içinde generallere karşı bir itimatsızlığın belirdiğini ve artık albayların kendi başlarına hareket etme kararı aldıklarını belirtmiştir. 25 Ekim 1961’de Millet Meclisi ilk toplantısını yapmış ve silahlı kuvvetlerin baskı ve zorlaması sonrasında 26 Ekim’de Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Gürsel, hükûmet kurma görevini Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri İsmet İnönü’ye vermiştir. Böylece 1961 seçimleri sonrası ordu ile siyaset arasındaki gerilim bir nebze olsun azalmıştır. Fakat koalisyon hükûmeti kurulmasında yaşanan zorluklar, kapatılan Demokrat Parti mensuplarına yönelik af meselesinin sürekli siyasi partiler tarafından gündeme getirilmesi ordu-siyaset ekseninde yeni gerilimleri beraberinde getirmiştir. Eski Demokrat Partili Bakan ve Milletvekili Tevfik İleri 31 Aralık 1961’te vefat etmişti. Cenaze töreni Demokratların gövde gösterisine dönüşmüş ve af talepleri meydanlarda yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştı. Takip eden günlerde AP Zonguldak Milletvekili Nuri Beşer’in, orduyu hedef alan ağır ithamlarının kamuoyuna yansımasıyla tutuklanarak cezaevine atılması gerilimi iyice arttırmıştır. Tüm bu gelişmeler ordunun müdahale edeceği söylentilerinin ülke gündeminde öne çıkmasına neden olmuştu. O günlerde Doğan Avcıoğlu, “ Zinde Kuvvetler” olarak tanımladığı ordu içindeki rahatsızlığı “ İşte bugün toplumun zinde kuvvetleri arasında, siyasi rejimin ve bu rejimin ortaya çıkardığı idareci zümresinin, memleketi hızla ileri götüreceğinden ciddi şekilde şüphe edilmektedir… Zinde Kuvvetleri saran inanç buhranının gerçek sebebi budur.” ifadeleriyle ortaya koymuştur. Sonraki yıllarda Avcıoğlu’nun “ Zinde Kuvvetler” tabiri ve ifadeleri askerî müdahalelerin meşrulaştırılmasında sık sık ön plana çıkarılmıştır. 19 Ocak 1962’de Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, bütün kuvvet komutanları ile okul komutanları dahil olmak üzere yaklaşık 70’e yakın general ve albay ile “Genişletilmiş Komuta Konseyi” adı altında bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantıda müdahale fikrini hararetle savunan ve görüşleriyle öne çıkan isim Silahlı Kuvvetler Birliği’nin “ Kuvvetli Adamı” , “ Albaylar Cuntası ”nın lideri Kara Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir’dir. Toplantı sonrasında Cevdet Sunay, sözlerinden etkilendiği Aydemir’e dönerek “ Sen çok ateşlisin, çok heyecanlısın” demiştir. Ordu içinde yapılan bu toplantılarda, en başta Cevdet Sunay olmak üzere, ordu üst yönetiminin müdahaleye taraftar olmadığı ve hükûmete bağlı kalacakları açıkça ortaya konulmuştur. Hava Kuvvetleri de müdahale karşıtı tarafta yer almıştır. Müdahale konusunda ordu ikiye ayrılmış ve taraflar karşı karşıya gelmiştir. Ordu içinde kırılmaların yaşandığı o günlerde Başbakan İsmet İnönü, “ ihtilale ve intikama müsaade ” etmeyeceğini ifade etmiş, 5 Şubat 1962 Salı günü Talat Aydemir’in yönetiminde bulunan Kara Harp Okulu’na ziyarette bulunmuştur. Bu ziyaret kamuoyunda İnönü’nün askerî müdahale taraftarlarına bir mesajı olarak algılanmıştır. İnönü’nün ziyaretinden birkaç gün sonra Aydemir ve arkadaşları, 9 Şubat’ta bir araya gelerek, en geç 28 Şubat tarihine kadar müdahalede bulunulmasını karar altına almışlardır. Başbakan İnönü, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ve Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ile sürekli irtibat halinde olmuştur. Taraflar arasında yapılan görüşmeler sonrasında, en başta Talat Aydemir olmak üzere, müdahale söylentilerinde adları geçen komutanların yerlerinin değiştirilmesi kararı alınmıştır. 21 Şubat günü Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Talat Aydemir, Necati Ünsalan ve Selçuk Atakan’ı Genelkurmay’a çağırarak “ Sizleri feda etmek zorundayım. Ancak hepiniz himayemdesiniz. Sizlerin yerini değiştiriyorum” ifadeleriyle tavrını ortaya koymuştur. Kararın uygulamaya konulmasının ardından 22 Şubat 1962 Perşembe günü öğleden sonra Talat Aydemir ve arkadaşları harekete geçmiştir. Aydemir, Harp Okulu Konferans Salonu'nda tüm öğrencileri toplayarak “ 27 Mayıs amacına ulaşamadı. Meclis çalışmıyor, Orduya dil uzatılıyor. Şimdi de zinde kuvvetleri dağıtmak için komutanlar Şark’a sürülüyor. Planlarımız hazır. Ordu bizimle beraber. Parolamız (Halaskar) işareti (Fedailer). Bu harekât neticeye ulaşmaz ise intihar edeceğim. ” şeklinde konuşma yapmıştır. Darbe teşebbüsünün parolası “ Halaskar” , işareti “ Fedailer” dir. Harp Okulu, Jandarma Subay Okulu, Zırhlı Birlikler Okulu Tank Taburu ile Zırhlı Muharebe Eğitim Merkezi’ne bağlı birlikler Başkent Ankara’da kontrolü ele geçirmiştir. Hükûmetin Ankara Radyosunu kontrol altında tutmasından dolayı darbeciler radyoyu kullanamamışlardır. Aydemir ve arkadaşları, haklarında verilen tayin kararlarının iptal edilmesi, bazı bakanların görevden alınması, Millet Meclisi’nin feshi, anayasanın bazı maddelerinin tadil edilmesi yolundaki taleplerini Cumhurbaşkanı Gürsel’e iletmişlerdir. Aksi durumda yönetime el koyacaklarını ifade etmişlerdir. Talat Aydemir’in darbe teşebbüsüne başladığı saatlerde Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in başkanlığında Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, kuvvet komutanları, Başbakan İsmet İnönü ile hükûmet üyeleri ve parti liderleri toplantı halindeydi. Toplantının olduğu anlarda Çankaya Muhafız Alay Komutanlığı’nı Talat Aydemir’e bağlılığını bildiren Binbaşı Fethi Gürcan üzerine almıştır. Gürcan, Aydemir’in istemesi halinde devletin üst yönetiminin tamamını gözaltına alabileceğini belirtmiştir. Fakat “ O andan itibaren her şeye hâkim ” olduğuna inanan Talat Aydemir, hepsinin serbest bırakılmasını istemiştir. Aydemir’in bu kararı sonrasında Başbakan İsmet İnönü, Çankaya’dan ayrılırken yanında bulunan Turhan Feyzioğlu’na darbenin seyrini değiştiren şu ifadelerde bulunmuştur: “ İşte Harbiye Kumandanı şimdi kaybetti. Bizi buradan bırakmayacaktı. ” Aydemir’in bu kararını darbeci yakın arkadaşı Dündar Seyhan “ Aydemir’in bu yanlış kararı ve emri Türk tarihinin akışını değiştirmiştir .” şeklinde dile getirmiştir. Çankaya Köşkü’nden ayrılan İnönü ile hükûmet üyeleri Hava Kuvvetleri Karargahına gitmişlerdi. Yaşanan gelişmeler ve alınması gereken tedbirler buradan takip edilmiştir. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay radyodan halka seslenerek, ordunun demokratik ve anayasal düzene uyacağı yolunda konuşma yapmıştır. Başbakan İsmet İnönü ile siyasi parti liderlerinin de radyodan halka seslenmeleri planlanmış fakat Harp Okulu öğrencilerinin radyoyu ele geçirmeleri ile bu engellenmiştir. Ordu üst yönetimi ile kuvvet komutanlıklarının yanı sıra Ankara dışında bulunan askerî birliklerde hükûmete bağlılıklarını beyan ederek, darbe teşebbüsüne iştirak etmemiştir. Hükûmete destek veren Hava Kuvvetlerine bağlı uçaklar gece boyunca Ankara semalarında görünmüş ve darbe teşebbüsünün başarısız olmasında önemli bir rol oynamıştır. Başbakan İnönü’nün bulunduğu Hava Kuvvetleri Komutanlığı ile Aydemir’in başında bulunduğu Harp Okulu Komutanlığı arasında gece boyunca müzakere süreci devam etmiştir. Talat Aydemir’in akrabası olan Yeni Türkiye Partisi lideri Ekrem Alican da pazarlık süreci içinde yer almıştır. Darbeci albayların hiçbir talebi hükûmet tarafından kabul edilmemiştir. “ Ben çok isyanlar gördüm, pazarlık başlayınca isyan bitmiş demektir” sözünün sahibi Başbakan İsmet İnönü, kan dökülmeden kalkışma hareketine bir an önce son verilmesi halinde darbeci subayların yargılanmayacağı ve herhangi bir ceza almadan emekliye sevk edileceklerinin teminatını vermiştir. İnönü, “ Silahlı Kuvvetler Baş Komutanının emirlerine uymak ve girişilen harekata derhal son vermek şartıyla, şimdiye kadar kan dökülmesine meydan verilmemiş olması göz önünde tutularak harekata katılanlar hakkında hiçbir cezai takibat yapılmayacağına hükümet başkanı olarak söz veriyorum ” ifadelerinde bulunmuştur. 23 Şubat günü sabaha karşı İnönü’nün teklifi ve teminatını kabul eden Aydemir ve arkadaşları kalkışmaya son vermiştir. Her iki tarafın itidalli davrandığı ve silahlı bir çatışma ile karşı karşıya gelmediği darbe girişimi sırasında herhangi bir can kaybı yaşanmamıştır. Talat Aydemir, Harbiyelilere yaptığı konuşmasında, kalkışmaya neden son verdiğini şöyle açıklamıştır: “ Arkadaşlar, isteklerimiz ancak asker kanı döküldükten sonra gerçekleşebilecek. Bu ise Türk ordusunu zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz. Parlamentoda bazı şahısların istekleri de budur. Ordu birbirine düşmeli. Sizin içinde söz verdiler, kılınıza bile dokunmayacaklar. Ben kararımı verdim, teslim olacağım. Silahlarınızı bırakınız ve yerlerinize dönünüz.” Olayların ardından Harp Okulu öğrencileri evlerine gönderilirken, Aydemir ve arkadaşları görevden alınarak 24 Şubat 1962’de emekliye sevk edilmiştir. Aydemir, darbe teşebbüsüne son vermesinin temel gerekçesini ordu kuvvetleri arasında bir çatışmanın önüne geçmek ve ordu ile halkı karşı karşıya getirmemek şeklinde vurgulamıştır. Talat Aydemir’in başında bulunduğu darbe teşebbüsünün başarısız olmasında “ prestiji ve soğukkanlılığı” ile en büyük pay sahibi olan Başbakan İsmet İnönü, olayların ardından Meclise geldiğinde, tüm vekiller tarafından ayakta alkışlanmıştır. CHP Milletvekili Ali İhsan Göğüş, darbenin amacına ulaşmasına engel olan Başbakan İsmet İnönü’ye bu işi nasıl başardığını sorduğunda, O, “ Ben ölmeyi göze almıştım. Talat öldürmeyi göze alamadı.” şeklinde ifade etmiştir. Olaydan hemen sonra İnönü’nün darbe teşebbüsü hakkında yaptığı bir konuşmada Harp Okulu öğrencilerinin aldatıldığını beyan etmesi, ordu içinde rahatsızlık yaratmıştır. Bu sözlerin hemen sonrasında askerî öğrenciler tarafından “ Harbiyeli Aldanmaz” yazılı bir çelenk Taksim’deki Atatürk Anıtı’na konulmuştur. Bu ifadeler, Aydemir’in bir sonraki kalkışma hareketinin parolası olmuştur. Darbe teşebbüsünün ardından tüm siyasi partiler bir araya gelerek “ Anayasa Nizamını, Millî Güvenlik ve Huzur Bozan Bazı Fiiller Hakkındaki Kanun ”u yasalaştırdılar. “Tedbirler Kanunu” olarak da anılan bu düzenlemeyle 27 Mayıs düzenine sahip çıkılırken darbe teşebbüslerinin önüne geçmek istenmiştir. 22 Şubat kalkışmasından sonra ordu içinde pek çok subayın görev yerleri değiştirilmiş; Aydemir ile birlikte darbe ile ilişkileri olduğu tespit edilen 69 subay ve 4 astsubay emekliye sevk edilmiştir. Talat Aydemir ve arkadaşları emekli edilseler bile darbe teşebbüsünde bulunmaları mevcut kanunlar karşısında suç teşkil ettiğinden yargılanmalarının önüne geçmek için yasal bir düzenleme yapılması gerekmiştir. Darbecilere af getirecek düzenleme 30 Nisan’da Millet Meclisi, 10 Mayıs’ta Senato tarafından kabul edilmiştir. “ Asker kişiler tarafından 22-23 Şubat 1962 olayları dolayısıyla veya daha evvel bu olaylara esas teşkil edebilecek mahiyette işlenen fiil ve hareketler için ceza kovuşturulması yapılmaması ” başlığı altında kabul edilen kanunla birlikte Aydemir ve arkadaşları affedilmiştir. Darbecilerin affedilmesi buna karşın cezaevlerinde bulunan eski Demokrat Partili siyasilerin aftan faydalanamaması, CHP-AP arasında kurulan ve “Büyük Koalisyon” olarak nitelenen hükûmetin sonunu getirmiştir. Darbe teşebbüsünün sabahında Talat Aydemir evine giderek, istirahat etmiştir. Akşam saat 23’te evine gelen askerler tarafından gözaltına alınan Aydemir, geniş güvenlik önlemleri altında Genelkurmay binasına götürülmüştür. “ Bir ihtilalciden ziyade, bir ihtilal tutkunu” olan Aydemir, dört gün sonra serbest bırakıldıktan sonra evine geri döndüğünde ailesine söylediği “ Şadan ilk önce şerefli elbisemi çıkarayım. Bu iş bitmedi, bir gün gelecek muvaffak olacağım, üzülme, istesem en kısa zamanda bile halledebilirim.” sözleri, sonrası da yaşanacakların habercisi olmuştur. 22 Şubat kalkışmasından sonra pek çok meslektaşı Talat Aydemir’in çevresinden uzaklaşmıştır. Emekliye sevk edilen subaylardan bazıları bir sonraki darbe teşebbüsü olan 21 Mayıs 1963’e kadar Aydemir ile çalışmaya devam etmiştir. Zaman içinde Talat Aydemir ve Fethi Gürcan, yürüttükleri propaganda faaliyetleri ile ordu içinde görev yapan genç subaylar arasında taraftar toplamış, “çengel sistemi” ile özellikle Ankara’daki birlikler arasında teşkilatlanmayı başarmıştır. Aydemir’in, ordu içinde taraftar bulma çabalarının yoğunlaştığı günlerde Başbakan İsmet İnönü, 22 Şubat kalkışmasına neden olanları hedef alan ikazlarını Meclis kürsüsünden açık ve net bir şekilde ortaya koyarak, “ Ordu içinde bir avuç demokratik nizam aleyhtarı 22 Şubat’ta vahim bir tecrübeye teşebbüs etmişlerdir. Ordunun kendisi, hemen bütünlüğü ile sergüzeştçileri reddetmiştir… Sergüzeştçilerin hareketleri millet pazarında ve ordu içinde tam bir tatbike uğramıştır.” ifadeleriyle Aydemir ve arkadaşlarını eleştirmiştir. İsmet İnönü’nün “ sergüzeşt” olarak niteleyip, ağır bir şekilde itham ettiği Talat Aydemir, bu konuşmanın hemen sonrasında basına demeç vererek, İnönü’yü sert bir şekilde eleştirmiştir. Aydemir, “ Sergüzeşt” sözünü reddederek “ orduya ve ulusuna sevgisi ve hizmet aşkını cesaretle ortaya koymuş 22 Şubat grubuna Parlamento usulleri dışında yapılan ithamları esefle karşılarız” ifadelerinde bulunmuştur. Basına verdiği bu demeç sonrası “ Kanunun suç saydığı bir cürmü açıkça övdüğü” gerekçesiyle Talat Aydemir, Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Aydemir, aynı gün 2. Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla 9 Temmuz 1962’de tutuklanarak, cezaevine gönderilmiştir. Mahkeme önünde Aydemir’i bekleyen emekli subaylar ile polis arasında kavga çıkmıştır. Aydemir’in beyanlarını yayımlayan gazete ve gazeteciler hakkında da soruşturma başlatılmıştır. Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde “Hilton” adı verilen 10. Koğuş'a konulan Aydemir’in koğuş arkadaşı orduya hakaret suçundan tutuklanan AP Milletvekili Nuri Beşer’dir. Yaklaşık on gün cezaevinde kalan Aydemir, 18 Temmuz günü tahliye edilmiştir. Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara ve İstanbul’da faaliyetlerine devam eden Aydemir, ordudan emekli edilen arkadaşlarıyla toplantılar yapmaya, bir araya gelmeye devam etmiştir. Bu toplantılarda Talat Aydemir, hükûmete yönelik bir müdahalede bulunma kararında olduğunu ısrarla vurgulamıştır. Fakat ordu içinde “ İnönü’nün korkusundan çözülmelerin” yaşandığı bir ortamda Aydemir, güvendiği yakın arkadaşları ile tek tek temas ederek faaliyetine devam etmiştir. Fethi Gürcan, Rıfkı Ertem, İlhan Baş en güvendiği isimler arasında yer almıştır. Aydemir, 22 Şubat kalkışması sırasında karşısında olan Hava Kuvvetleri içinden de taraftar bulmuştur. O günlerde eski demokratlara yönelik af tartışmalarının sürekli gündemde olması emekli olan Talat Aydemir’in ordu saflarından destek almasında önemli bir rol oynamıştır. Ordu genelinde “ 27 Mayıs ruhunu zedelemeye matuf olaylar” olarak nitelenen af tartışmalarının gölgesinde 22 Mart 1963’te Celal Bayar’ın sağlık sorunları nedeniyle Kayseri Cezaevinden çıkarılmasıyla birlikte askerler ile öğrenciler ülke genelinde protestolara yönelmiştir. Ankara’da çıkan olaylarda AP il binasına saldırılmıştır. Bu gelişmeler ordunun müdahale edeceği söylentilerini beraberinde getirmiş, Aydemir’in girişimlerine de zemin hazırlamıştır. Başbakan İnönü, ülkenin içinde bulunduğu ortam hakkında partisinin grup toplantısında “ Vaziyet çok mühimdir. Tekrar ediyorum: Çok vahim ve kritiktir. Her şey olabilir. Dikkatli olunuz, Sükûnetinizi muhafaza ediniz. Çok uğraşıyor ve çaba gösteriyorum ” diyerek, milletvekili ve senatörlerin Ankara’dan ayrılmamalarını istemiştir. Arkadaşlarıyla sürekli bir araya gelen Talat Aydemir, 16 Mayıs 1963’te kalkışma harekâtına katılacak birliklerde kilit roller üstlenecek olan genç subayları evinde toplamıştır. Ankara’nın umumi harekât planı hakkında bilgi veren Aydemir, sonrasında vazife taksiminde bulunmuştur. Fakat toplantıda müdahalenin günü ve saati konusunda bir açıklama yapmamıştır. Aydemir, harekatının tarihini önce 19 Mayıs olarak düşündüğünü, fakat Atatürk’e özenmiş olarak tenkit edileceğini düşünerek, 21 Mayıs tarihinde karar kılındığına anılarında değinmiştir. 20 Mayıs 1963 günü saat 23.30’da kalkışma başlayacak, saat tam 24.00’da radyodan anons geçilecektir. Kalkışmanın parolası “ Harbiyeli Aldanmaz” olarak belirlenmiştir. 20 Mayıs günü Kızılay’da dolaşan Aydemir, 22 Şubatçıların çay bahçesi olarak bilinen Zafer Anıtı karşısındaki Zafer Çay Bahçesi’ne gitmiştir. Sonrasında akşam ailesi ile birlikte Mustafa Tekin Pakoba’nın evine giden Talat Aydemir, damadı Teğmen Atilla Altugan’ı Tank Okulu’na göndermiştir. Çünkü radyo evine gidecek ilk tankta damadını vazifelendirmiştir. “ Saat 23:30 oldu, artık tehlike kalmadı. Bu ana kadar hükümet haber almadığına göre harekât başladı” ifadeleriyle o anları anlatan Aydemir, kendisini almaya gelecek birlikleri beklemeye koyulmuştur. Öte yandan 14’lerin lideri Alparslan Türkeş, Aydemir’in darbe yapacağını birkaç saat önce Başbakan İnönü’ye ilettiğinde, İnönü, “ Olmaz öyle şey!” diyerek tepkisini ortaya koymuştur. Saat 23.55’i geçtiğinde radyo susmuş ve sonrasında Tankçı Üsteğmen İlhan Baş, altında “ Türk Silahlı Kuvvetleri İhtilâl Genel Karargâhı Adına Talât Aydemir ”in imzası bulunan “ 21 Mayıs 1963 İhtilal Tebliği ”ni okumuştur. “ Büyük Türk Milleti’ne ” başlığı ile başlayan tebliğde idareye el konulduğu, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu’nun feshedildiği, bütün siyasi partiler ile siyasi partilere bağlı veya siyasi mahiyette olan bütün derneklerin kapatıldığı ve her türlü siyasi faaliyetten men edildiği ifade edildikten sonra Türk milletinden beklenen tutum ve davranış şu sözlerle vurgulanmıştır: “ Büyük Türk Milleti… Silahlı Kuvvetlerinin zaman zaman yayınlayacağı bildirileri tam bir vakar, huzur ve güvenlik içinde bekle, halaskâr fedailerin yalnız ve daima senin emrinde ve hizmetindedir .” Tebliğin okunmasının ardından Harp Okulu Marşı radyoda çalmaya başlamıştır. Mustafa Pakoba’nın evinde bulunan Talat Aydemir o anda yaşadığı duyguları; “ Hava Binbaşı Cemal Özdemir hemen boynuma atladı sarıldık tebrik etti. Eşim, çocuklarım, Pakoba ve ailesi sevinç içinde idik. Arkadan Harp Okulu Marşı çalmaya başlayınca ben şöyle dedim: Bugünü gördüm, artık ölsem de gam yemem .” diyerek ortaya koymuştur. Radyo’da okunan tebliğin hemen ardından Mustafa Tekin Pakoba ile Cemal Özdemir’i Harp Okulu’na gönderen Talat Aydemir, sonrasında eve gelen Harbiyeliler tarafından Harp Okulu’na doğru hareket etmiştir. Yol boyunca Ankara sokaklarında hareket halinde olan birliklerle karşılaşan, onları selamlayan Aydemir, okula vardığında gerekli tedbirleri alarak, çeşitli emirler vermiştir. O sırada Ankara Radyosu el değiştirmiş, 28. Tümen Kurmay Başkanı Yarbay Ali Elverdi konuşmaya başlamıştır. Aydemir, radyonun el değiştirmesini umursamamış, “ bizimkiler şimdi alırlar” diyerek, radyoyu kapattırmıştır. Yarbay Ali Elverdi, kalkışmayı ordu içinde görev alan birkaç çapulcu ve sergüzeştin yapmış olduğu bir hareket olarak nitelemiştir. Ordunun duruma hakim olduğunu ve tüm kuvvetleriyle hükûmetin emrinde bulunduğunu vurgulayan Elverdi, birliklerin derhal kışlalara dönmesi gerektiğini sık sık radyodan anons etmiştir. Talat Aydemir, Üsteğmen Erol Dinçer’i radyoevine göndererek, radyoyu geri almış ve Ali Elverdi’yi tutuklatmıştır. Radyo’nun el değiştirmesi gece 02.30’a kadar devam etmiştir. Sonrasında hükûmet, Ankara Radyosu’nun yayını kestirerek, Etimesgut istasyonundan yayına devam etmiştir. İstanbul Radyosu da hükûmet lehine yayın yapmaya başlayarak, anonslar geçmiştir. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın sesi radyodan duyulmuş, “ Türk Silahlı Kuvvetleri Hükûmetin emrindedir. Kara, Deniz, Hava ve Jandarma Komutanlıkları Hükûmeti desteklemektedir. Talât’ın 3-5 adamı hüsrana uğrayacaktır. Maceraperestler muvaffak olamayacaklardır ve cezalarını göreceklerdir. Bunlar toplanmaktadırlar.” ifadelerinde bulunmuştur. Sunay’ın konuşmasının hemen sonrasında kalkışma hareketi içinde bulunan subay ve kıta komutanlarında bir çözülme kendini göstermiştir. Subaylar tankları ve bölükleri bırakarak, kaçmaya başlamıştır. O andan itibaren hiçbir yerden haber alamadığına değinen Talat Aydemir, kalkışma harekatının başarısız olmasının tek nedeni olarak gördüğü radyonun önemini “ Tek radyonun bu kadar tesirli bir silah olduğunu o zaman anladım. Mağlubiyetimizin tek sebebi radyodur. ” sözleriyle ortaya koymuştur. Gecenin ilerleyen saatlerinde kalkışmaya katılan pek çok rütbeli subay Harp Okulu’nu terk etmiştir. Binbaşı Fethi Gürcan, Üsteğmen Erol Dinçer, Yüzbaşı Tevfik Saltoğlu, Yüzbaşı Rıfkı Ertem, Astsubay Münip Tepeci ve Harbiye öğrencilerinden başka kimse okulda kalmamıştır. Okulda kalanların üzerine Hava Kuvvetleri Karargahı tarafından ateş edilmiştir. Eskişehir Hava Üssünden kalkan 4 adet F-100 uçağı Aydemir’e destek vermek üzere Ankara semalarında görünmüş ve Hava Kuvvetleri Karargahına ateş açmıştır. Öte yandan hükûmeti destekleyen iki adet F-86 uçağı Ankara Mürted Üssü'nden kalkarak, Harp Okulu’nu ateş altına almıştır. Yaşanan çatışma sırasında hayatını kaybedenler olmuştur. Saat 06.30 sularında hükûmete bağlı birlikler Harp Okulu’nu kuşatmaya başlamıştır. Talat Aydemir ve arkadaşları durumun tamamen aleyhlerine döndüğünü gördükten sonra Harp Okulu’nu terk ederek, Dikmen’e doğru hareket etmişlerdir. Aydemir, teslim olmayı düşünmüş, fakat asker olmadığı sivil olduğu için Genelkurmay’a değil Emniyet’e teslim olmak istemiştir. Bir taksiye binerek Mustafa Tekin Pakoba ile birlikte onun evine giden Aydemir, ailesi ile orada görüştükten sonra bir süre dinlenmiştir. Fethi Gürcan’da, Batı Almanya Elçiliğine sığınmış, iltica talep etmiştir. Fakat onun bu talebi reddedilmiştir. Saat 12.00’da polisler Pakoba’yı tutuklamak üzere evine geldiklerinde, Talat Aydemir, kendisini askerlere vermemeleri şartıyla emniyet güçlerine teslim olmuştur. Çünkü Aydemir’e göre, askerler kendisine kötü muamelede bulunacak, hatta öldüreceklerdir. Çankaya Emniyet Amirliği’ne götürülürken de askerî birlikler kendilerini takip ederek, Aydemir ve Pakoba’yı polisten teslim almak istemiş, fakat polis teslim etmemiştir. Talat Aydemir’in 21 Mayıs 1963 tarihli darbe teşebbüsü, 22 Şubat 1962’deki kalkışmasının aksine kanlı olmuştur. Çıkan çatışmalarda altı kişi hayatını kaybederken, otuz kişi de yaralanmıştır. Hayatını kaybeden Hava Albay Fehmi Erol, Piyade Binbaşı Cafer Atilla, Hava Onbaşı Hasan Aktar, piyade erler Mustafa Şahin, Mustafa Çakı ve Mustafa Gültekin hükûmet kararıyla 23 Mayıs’ta Anıtkabir’de yer alan Hürriyet Şehitliğine defnedilmiştir. 21 Mayıs darbe teşebbüsünün ardından hükûmet İstanbul, Ankara ve İzmir’de bir ay süreyle sıkıyönetim ilan etmiştir. Sıkıyönetim, Aydemir ve arkadaşlarının yargılama ve temyiz süreçleri tamamlanana kadar geçen bir yılı aşkın bir süre yürütülmüştür. Başbakan İsmet İnönü, Talat Aydemir ve arkadaşlarının anayasayı ihlal etmek suçundan yargılanacaklarını beyan etmiştir. 20-21 Mayıs kalkışmasına katılan 151 sanığın yargılanmasına 7 Haziran 1963 tarihinde Ankara Mamak 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde başlanmıştır. Talat Aydemir, Fethi Gürcan ve arkadaşları anayasal düzeni yıkma suçundan idamla yargılanmıştır. Kısa bir süre önce ülkeye dönen Alparslan Türkeş ile birlikte Muzaffer Özdağ gibi 14’ler içinde yer alan emekli askerler de kalkışmaya yardım ettikleri iddiasıyla yargılama sürecine dâhil edilmiştir. Yaklaşık üç ay süren yargılama süreci sonunda mahkeme, 5 Eylül 1963 tarihinde kararlarını açıklamıştır. 7 kişi hakkında idam kararı verilirken, 29 kişi de müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Geri kalanlar da beraat etmiştir. Hakkında idam kararı verilenler şu isimlerdir: Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Cevat Kırca, Erol Dinçer, İlhan Baş, Osman Deniz, Ahmet Gücal. Ayrıca Harp Okulu’nda yapılan duruşmalarda 1459 sanıktan 75’i 4 yıl 2 ay, 91’i 3 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir. 10 gün okulda tutuklu kalan 1293 öğrenci, 11 Eylül 1963’te izin kağıtları verilerek memleketlerine gönderilmiştir. 28 Ocak ve 4 Şubat 1964 tarihleri içinde idam kararları onay için Milet Meclisi gündemine gelmiştir. Uzun tartışmaların sonrasında Talat Aydemir ile Fethi Gürcan’ın ölüm kararlarını Meclis onaylarken; Osman Deniz ile Erol Dinçer’in cezaları müebbet hapse çevrilmiştir. Meclis’te yapılan oylamada idam kararları 47 ret, 22 çekimser oya karşı 217 oyla kabul edilmiştir. Sonrasında kararlar Senato gündemine gelmiştir. Senatoda yapılan oylamada 26 ret, 9 çekimser oya karşılık 82 oyla Talat Aydemir ile Fethi Gürcan’ın ölüm cezaları onanmıştır. 27 Haziran’da Mamak Askerî Cezaevi’nde 03.30’da Fethi Gürcan idam edilmiştir. Avukatının Askerî Yargıtay’a yaptığı itiraz sonrası Aydemir’in cezasının infazı ertelenmiştir. Yargıtay’ın itirazı reddetmesinin ardından Talat Aydemir, 5 Temmuz 1964 tarihinde gece saat 02.46’da Ankara Merkez Cezaevi’nde idam edilmiştir. İdam sehpasına giderken “ ben yardım istemiyorum, kendi işimi görürüm. Sadece ellerimi çözünüz” talebinde bulunan Aydemir’in son sözleri “ Memleket için hayırlı olsun ” olmuştur. Aydemir’in naaşı ailesi tarafından Cebeci Asri Mezarlığı’na, Fethi Gürcan’ın yanı başına defnedilmiştir. İdamlardan birkaç gün sonra İstanbul ve Ankara’da aylardır devam eden sıkıyönetim uygulamasına son verilmiştir. Bir yıl arayla iki ayrı darbe teşebbüsünde bulunan Talat Aydemir’in şahsı hakkında en derleyici ve kapsayıcı yorum Şevket Süreyya Aydemir tarafından “ Talat Aydemir hikayesi de bizim yakın tarihimizde böylece bitti… En büyük düşmanı nefsine aşırı itimadı idi. Kendisini olduğu gibi değil, olmasını istediği gibi düşünüyordu. Şartları da olduğu gibi teraziye koyan bir adam değildi. Önü ve ileriyi görüşten, mantık ölçülerinden denebilir ki mahrumdu. Toplayabilen, sürükleyebilen, etkileyen bir gücü vardı. Ama bu gücünü harekete geçirirken, gerçekleri olduğu gibi hesaba katmak hassası her halde yoktu. Aceleci, fevri mizaçta bir insan olarak görünür. Sorumluluk duygusu ise öyle görünüyor ki zayıftı. İhtilalci mi? Buna kesin cevap verilemez… Galiba ihtilalci değil, ihtilal tutkunuydu.” sözleriyle ifade edilmiştir.
|
Arşivler “Hava Kuvvetlerindeki olaylarla ilgili olarak Talat Aydemir'in verdiği beyanat”, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), 30-1-0-0 / 63- 389 – 24 / E4 “Talat Aydemir ve Fethi Gürcan hakkında bir mektup ve gazete kupürleri”, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA), 30-1-0-0 / 8- 46 – 31 / A4 Resmî Yayınlar Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi Meclis Araştırması Komisyonu Raporu , C 1, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kasım 2012. Millet Meclisi Tutanak Dergisi TBMM Tutanak Dergisi (Birleşik Toplantı) Resmî Gazete Süreli Yayınlar Akis Cumhuriyet Milliyet Yön Telif ve Tetkik Eserler “22 Şubat”, Yön, S 11 (28 Şubat 1962). AHMAD, Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945- 1980) , 3. Baskı, Hil Yay., İstanbul 2007. ALKAN, Mehmet Ö., “Anıtkabir’in Unutulan Darbe (Hürriyet-İnkılap-Devrim-27 Mayıs) Şehitleri”, Toplumsal Tarih , S 266 (Şubat 2016), s. 44-59. AVCIOĞLU, Doğan, “İnanç Buhranı”, Yön, S 11 (28 Şubat 1962), s. 3. AYDEMİR, Şevket Süreyya, İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali , Remzi Kitabevi, İstanbul 2000. AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam (1950-1964), C 3, 9. Bs., Remzi Kitabevi, İstanbul 2011. AYDEMİR, Şevket Süreyya, Menderes’in Dramı (1899-1960), Remzi Kitabevi, İstanbul 1993. AYDEMİR, Talat, Hatıratım, 3. Bs., Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2020. BATUR, Muhsin, Anılar ve Görüşler (Üç Dönemin Perde Arkası) , İstanbul 1985. ÇAKMAK, Diren, “Türkiye’de Asker-Hükûmet İlişkisi: Albay Talat Aydemir Örneği”, Akademik Bakış Dergisi, C 1, S 2, 2008, s. 35-68. ÇAKMAK, Fevzi, “Koalisyonlar Dönemi (1961-1965)”, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi-3, 1960 Sonrası Türkiye (1960-2000), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2023, s. 76-117. ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi , 4. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara 2008 DEMİR, Yeşim, “Albay Talat Aydemir’in Darbe Girişimleri”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi , V/12 (Bahar-2006), ss. 155-171. DEMİR, Yeşim, Albay Talat Aydemir’in Darbe Girişimleri ve Türk Demokrasi Sürecine Olan Etkisi, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü ( Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir 2003. DEMİREL, Tanel, Türkiye’nin Uzun On Yılı: Demokrat Parti İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi , İstanbul 2011. ERDOĞAN, Dilşen İnce, “Talat Aydemir’in Başarısız Darbe Girişimlerinin Ulusal Basına Yansımaları”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de Darbeler , Ed. Cevdet Kırpık, Can Deveci, Tekin Aycan Taşcı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2022, s. 351-384. ERKANLI, Orhan, Anılar… Sorunlar… Sorumlular , Baha Matbaası, İstanbul 1972. HALE, William, Türkiye’de Ordu ve Siyaset, Hil Yayını, İstanbul 1996. İPEKÇİ, Abdi - COŞAR, Ömer Sami, İhtilalin İçyüzü , İstanbul 1965. MUMCU, Uğur, İnkılap Mektupları , 15. Bs., Umag Vakfı Yayınları, Ankara 1996. ÖZDAĞ, Ümit, Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri ve 27 Mayıs İhtilali , Boyut Yayıncılık, İstanbul 1997. SEYHAN, Dündar, Gölgedeki Adam, İstanbul 1966. TOKER, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları-Yarı Silahlı Yarı Külahlı Bir Ara Rejim 1960-1961 , Bilgi Yayınevi, Ankara 1991. TOKER, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları- İnönü’nün Son Başbakanlığı 1961-1965, Bilgi Yayınevi, Ankara 1992. TURAN, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi-Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye , C 5, Bilgi Yayınevi, Ankara 2002. Türkiye’nin 1960’lı Yılları, Der. Mete Kaan Kaynar, 3. Bs., İletişim Yayınları, İstanbul 2024. Elektronik Kaynaklar BİRAND, Mehmet Ali, 32. Gün 12 Mart Belgeseli , https://www.youtube.com/watch?v=UcCKCx5G0dM&t=4508s , Görüntüleme Tarihi: 8 Nisan 2025.
|
Ahmet Talat Aydemir, 1917 yılında Bilecik'in Söğüt ilçesinde doğmuştur. Babası savaş gazisi Binbaşı Necip Aydemir'dir. İlkokulu Adapazarı Cumhuriyet Okulu'nda okuyan Aydemir, ortaokul öğrenimini Kadık...
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/8181
|
Fevzi ÇAKMAK
|
2025-06-30 21:00
|
2025-08-12 13:32
|
|
8,182
|
Nuriye Pınar Erdem(1914-2006)
|
Jeolog, Siyasetçi, Milletvekili
|
Türkiye'nin ilk Jeoloji Profesörü olan Nuriye Pınar Erdem, aynı zamanda X. ve XI. Dönem Demokrat Parti İzmir milletvekillerindendir. 15 Mart 1914’de İstanbul’da doğan Nuriye Hanımın babası müderris Mustafa Asım Efendi, annesi Emine Hanımdır. Eğitimine Yirmidokuzuncu İlk Mektep’te başlamış, 1932'de İstanbul Erenköy Lisesi'ni bitirdikten sonra açılan yurtdışı sınavını kazanarak yurt dışına gönderilen 700 öğrenciden biri olarak Fransa'ya gitmiştir. Buradaki Bordeaux Üniversitesi Kimya ve Tabii İlimler Bölümü'nü 1937'de bitirerek Türkiye’ye dönmüştür. 1937'de İstanbul Üniversitesi Jeoloji Enstitüsü'nde asistanlığa başlamış, 1942'de "Marmara Denizi Havzasının Sismik Jeoloji ve Meteorolojisi" adlı tez çalışması ile doktor, 1945'de "Ege Bölgesi'nin Tektoniği, Sıcak Su ve Madensuyu Kaynakları" adlı tezi ile doçent unvanını almıştır. Nisan 1945'de İ.Ü Fen Fakültesi Jeodezi Enstitüsü Doçentliğine atanmıştır. Aynı yıl yabancı bir profesörle birlikte Ankara Üniversitesi, DTCF'nde Paleontoloji derslerini okutmuştur. Bütün ömrünü deprem araştırmalarına adayan Erdem, Türkiye Jeologlar Birliği’nin de kurucusudur. 1939 Erzincan, 1942 Adapazarı, 1949 Karaburun, 1951 Kurşunlu, 1953 Yenice-Gören depremleri hakkında etüd çalışmaları yapmış ve bunları yayınlamıştır. Aynı zamanda Türkiye'de toplanmış bulunan fosillerin örneklerini Paris'teki Museum d’Historie’de inceleyerek Türkiye'ye ait üç orijinal yeni fosil türü bulmuştur. 1952’de Türkiye Depremleri İzahlı Kataloğunu oluşturmuştur. Bu katalog günümüze kadar kullanılmıştır. 1951-54 arasında Brüksel, Cezayir ve Roma'da yapılan milletlerarası jeolojik kongrelerinde Türkiye'yi temsil ederek konuşmacı olarak bulunmuştur. 1940’lı yıllarda bilinmeyen bir çok fayı tespit ederek Türkiye Deprem Haritasına yerleştiren Nuriye Pınar, 1954-1960 arasında TBMM’de DP İzmir milletvekili olarak yer almıştır. 27 Mayıs 1960 Askeri müdahalesi sonrasında bütün DP’liler gibi Yassıada’daki Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanan Pınar, Anayası İhlal Davası’nda suçlu bulunarak 4 yıl 2 ay hapis cezası ve kamu hizmetlerin men edilmiştir. Yassıada’dan sonra Kayseri Cezaevi’ne gönderilmiş, 1962’deki kısmi aftan yararlanarak tutukluğu sona ermiştir. 31 Aralık 1962'de Kayseri Cezaevi'nde tanışıp nişanlandığı eski Bilecik DP milletvekili Mehmet Erdem ile evlenmiştir. 1967'de Af Kanunu'ndan sonra tekrar mesleğine dönen Erdem, 1983'de YTÜ Mühendislik Fakültesi, İnşaat Bölümü profesörlük kadrosundan emekli olmuştur. Fransızca ve İngilizce bilen Nuriye Pınar, 92 yaşında geçirdiği beyin kanaması sebebiyle 2 Ekim 2006’da vefat etmiştir.
|
Jeolog, Akademisyen, Siyasetçi, Türkiye Jeologlar Birliği Kurucusu.
|
Türkiye'nin ilk Jeoloji Profesörü olan Nuriye Pınar Erdem, aynı zamanda X. ve XI. Dönem Demokrat Parti (DP) İzmir milletvekillerindendir. 15 Mart 1914’te İstanbul’da doğan Nuriye Hanım’ın babası Müderris Mustafa Asım Efendi, annesi Emine Hanım’dır. Eğitimine Yirmi Dokuzuncu İlk Mektepte başlamış, 1932’de İstanbul Erenköy Lisesini bitirdikten sonra açılan yurt dışı sınavını kazanarak yurt dışına gönderilen 700 öğrenciden biri olarak Fransa’ya gitmiştir. Buradaki Bordeaux Üniversitesi Kimya ve Tabii İlimler Bölümünü 1937’de bitirerek Türkiye’ye dönmüştür. 1937’de İstanbul Üniversitesi Jeoloji Enstitüsünde asistanlığa başlamış, 1942’de "Marmara Denizi Havzasının Sismik Jeoloji ve Meteorolojisi" adlı tez çalışması ile Doktor, 1945’te "Ege Bölgesi'nin Tektoniği, Sıcak Su ve Madensuyu Kaynakları" adlı tezi ile Doçent ünvanını almıştır. Nisan 1945’te İ.Ü. Fen Fakültesi Jeodezi Enstitüsü Doçentliğine atanmıştır. Aynı yıl yabancı bir profesörle birlikte Ankara Üniversitesi, DTCF’de Paleontoloji derslerini okutmuştur. Bütün ömrünü deprem araştırmalarına adayan Pınar, Türkiye Jeologlar Birliğinin de kurucusudur. Uzmanlık alanı Jeoloji, Sismoloji ve Paleontoloji’dir. 1939 Erzincan, 1942 Adapazarı, 1949 Karaburun, 1951 Kurşunlu, 1953 Yenice-Gören depremleri hakkında etüt çalışmaları yapmış ve bunları yayınlamıştır. Aynı zamanda Türkiye’de toplanmış bulunan fosillerin örneklerini Paris’teki Museum d’Historie’de inceleyerek Türkiye’ye ait üç orijinal yeni fosil türünü de bulmuştur. 1952’de Türkiye Depremleri İzahlı Kataloğu’nu oluşturmuştur. Bu katalog günümüze kadar kullanılmıştır. 1951-54 arasında Brüksel, Cezayir ve Roma’da yapılan milletlerarası jeoloji kongrelerinde Türkiye’yi temsil ederek konuşmacı olarak bulunmuştur. 1940’lı yıllarda bilinmeyen birçok fayı tespit ederek Türkiye Deprem Haritası’na yerleştiren Nuriye Pınar, 1953’te Çanakkale’nin Yenice ilçesindeki deprem sonrasında Çanakkale’de fay incelemesi yaptığı bir dönemde köylülerin “Bir civelek gelmiş, (Civelek, o dönemde halk dilinde Jeolog) araştırma yapıyormuş” söylentisi ile epeyce tanınmıştır. Bölgeye gelen Başbakan Adnan Menderes, halk arasında sıklıkla ismi geçen “Civelek Nuriye Hanımı” merak ederek tanışmak istemiştir. Bölgedeki deprem incelemeleri hakkında Başbakanı bilgilendiren Pınar, Menderes’in dikkatini çekmiş ve DP’den siyasete katılma teklifi almıştır. İÜ’nde Jeoloji Doçenti olarak görev yapan Pınar, bu teklifi değerlendirerek 1954’teki genel seçimlere DP listesinden İzmir milletvekili adayı olarak katılmıştır. 2 Mayıs 1954’teki seçimlerde 229.799 oyla İzmir milletvekili olarak TBMM’ye seçilince üniversitedeki görevinden ayrılmıştır. Seçim tutanağını 5 Mayıs 1954’te alan Nuriye Hanım, 14 Mayıs 1954’te Meclise katılmıştır. Milletvekili sicil numarası 2061’dir. 10. Dönem (1954-1957) TBMM’de Dışişleri ve Millî Eğitim Komisyonlarında çalışmıştır. Turizm Genel Müdürlüğü Teşkilatı, Güzel Sanatlar Akademisi statüsünün değiştirilmesi konularında kurulan geçici komisyonlarda görev alan Pınar’ın, Emekli Sandığı ve Üniversiteler Kanunlarının değiştirilmesine dair dört kanun teklifi ve iki arkadaşı ile birlikte Pakistan Parlamento Heyeti’nin Türkiye’yi ziyaretleri vesilesiyle TBMM’nin Pakistan Millî Meclisine sevgilerinin iblağına dair bir önergesi vardır. 1954 Nafia Bütçesi müzakerelerinde söz alan Nuriye Pınar, deprem bölgelerinin bakanlıkça ciddi bir şekilde incelenmesi gerektiğini temenni etmiştir. N. Pınar, bu gibi iskân işlerinin başarılı olabilmesi için yabancı uzmanlardan yararlanılması gerektiğini de ifade etmiştir. Görüşmelerden sonra basın mensuplarına bir açıklama yapan Pınar, “Bütçe komisyonunda zelzele konusunda yaptığım konuşmada Yenice ve Gönen’de 14-15 ay gibi kısa bir müddet zarfında 18 bin küsur binanın gerek yapım ve gerekse tamiri hususunda Nafia Vekâletinin göstermiş olduğu şayan-ı şükran gayreti belirttim. Oralarda 15 gün tetkiklerde bulundum. İlgililerin canla başla çalıştıklarını bizzat gördüm” diyerek düşüncelerini ifade etmiştir. Ege Bölgesi’nde parti faaliyetlerine de katılan Pınar, yapılan bir toplantıda “Biz bir avuç şehirli münevver için 20 milyon köylüyü feda edemeyiz” demiştir. XI. Dönem TBMM (1957-1960)’ye 217.423 oyla ikinci kez DP İzmir milletvekili olarak giren Nuriye Pınar, bu dönemde Hariciye Encümeni’nde görev almıştır. Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 32. ve 33. maddelerine fıkra ilave edilmesi, Üniversiteler Kanunu’nun 24. maddesinin tadili ve Üniversiteler Kanunu’nun bazı maddelerinin değiştirilmesi ile ilgili 3 kanun teklifi ve Genel Kurul görüşmelerinde İmar ve İskân Vekâletinin kuruluşu ve vazifeleri ile Sosyal Hizmetler Enstitüsünün kurulmasına dair kanun teklifiyle ilgili iki konuşması vardır. Milletvekilliği süresince de bilimsel faaliyetlerine devam etmiş olan N. Pınar, 1954’te Dünya Parlamentolar Birliği Türk Grubunun Genel Sekreteri sıfatıyla Viyana’daki toplantısına, 1955’te UNESCO’nun Ankara’daki toplantısına ve 1956’da Viyana’da toplanan Avrupa Sismoloji Komisyonuna katılmıştır. 1956’da San Francisco’da ilk kez toplanan Dünya Deprem Mühendisleri Konferansı’nda tek kadın jeolog olarak yer alması çok dikkat çekmiştir. Bu toplantıyla ilgili bir anısını şu şekilde paylaşmıştır: “ABD Senatosu’nda beni takdim ederlerken, dönemin Başkan Yardımcısı Richard Nixon; Dr. Pınar, lütfen burada deprem yapmayın” dedi. 1957 ve 1958’de Dünya Parlamentolar Birliğinin toplantısına, 1959’da Avrupa Sismoloji Komisyonuna katılmış ve Türkiye millî raporlarını hazırlamıştır. 1960’ta Japonya’da toplanan II. Dünya Deprem Mühendisliği Konferansı’na iki tebliğ göndermiş ancak 27 Mayıs Askerî Müdahalesi sonrasında tutuklandığı için bu konferansa katılamamıştır. 27 Mayıs 1960 sabahı TSK’nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildirisinin ardından DP’li milletvekillerinin gözaltına alınmalarına da hemen başlanılmıştır. Gözaltına alınanlar Ankara’da Harbiye’de, İstanbul’da ise Davutpaşa ve Balmumcu Kışlalarında toplanmışlardır. Nuriye Hanım 31 Mayıs 1960’ta gözaltına alınmış, kısa bir süre sonra da bütün tutuklularla birlikte Yassıada’ya gönderilmiştir. Yassıada’daki kadın tutuklular Birinci Koğuş’a yerleştirilmişlerdir. Nuriye Pınar’ın koğuş arkadaşları DP’ye mensup diğer altı kadın milletvekilidir ki bunlar; Perihan Arıburun (İzmir), Nazlı Tlabar (İstanbul), Ayşe Günel (İstanbul), Necla Tekinel (İstanbul), Piraye Levent (Aydın) ve Hilal Ülman (Bursa)’dır. 19 Haziran 1960’ta Yassıada’ya yerleştirilen DP’lilerin yargılanmasını sağlayacak Soruşturma Kanunu’nun yayınlanmasının ardından Yassıada’da duruşmalardan önce sorgulamalara 23 Ağustos 1960’tan itibaren başlanmıştır. Nuriye Pınar da Yassıada’daki ilk ifadesini 31 Ağustos 1960’ta vermiştir. Bir sayfalık ifadesinde parlamento içinde veya dışında iktidarın dikta rejimi kurmak amacıyla Anayasa hükümlerini yok sayan kararlar alarak demokrasi ve Cumhuriyet prensiplerine aykırı faaliyetlerde bulunmadığını belirtmiştir. Ülkede dikta rejiminin kurulmadığını, eğer böyle bir girişim olduğunu fark etseydi kendisinin bunun karşısında olacağını söyleyen Pınar, “Son zamanlarda muhalefetin hakarete varacak şekilde yıkıcı tenkitleri ve memlekette yer yer menfi propagandalar yapıldığını” söyleyerek muhalefetin iktidara karşı tutumunu ifade etmekten çekinmemiştir. Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasına yönelik görüşmelerde bulunduğunu ve olumlu oy kullandığını açık yüreklilikle dile getiren Nuriye Pınar, Salahiyetler Kanunu müzakeresinde ise bulunmadığını söyleyerek ifadesine son vermiştir. Yüksek Soruşturma Kurulu, 1 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile güdülen amacı göz önünde bulundurarak ve 3 sayılı Kanun’la verilen yetkileri kullanarak bütün milletvekillerinin mal varlıklarını inceleme kararı almıştır. Nuriye Pınar’ın da 14 Mayıs 1950-27 Mayıs 1960 tarihleri arasındaki servetlerinde haksız bir mal olup olmadığının incelenmesi için tüm mal varlığına ihtiyati tedbir kararı ve haciz konulmuştur. Bu konuda yapılan detaylı inceleme sonrasında Pınar’ın gayrimeşru serveti bulunmadığı neticesine varılmış ve malları üzerindeki tedbir ve haciz kaldırılmıştır. On bir ay sürecek olan Yassıada duruşmaları 14 Ekim 1960 Cuma günü başlamıştır. Nuriye Pınar, Yüksek Adalet Divanında Anayasayı İhlal Davası’nda yargılanmıştır. Avukatı Ercüment Berker’dir. Bu davanın içeriğini 1950-1960 arasındaki DP iktidarı döneminde keyfî olarak ve parti yararına Anayasa’da haksız düzenlemelerin yapılmış olması oluşturmaktadır. Anayasayı İhlal Davası’nın 11 Mayıs 1961 tarihli ikinci oturumunda N. Pınar’ın ismi Kırşehir Kanunu’na oy verenler arasında okunmuştur. Mahkemede söz alan Pınar, oyunu siyasi bir kasıtla kullanmadığını, İçişleri Bakanı Namık Gedik’in kanunun gereklerini izah ettiğini ve bu durumun memleket açısından daha faydalı olacağını düşündüğü için oy verdiğini söylemiştir. Nuriye Pınar mahkemedeki sorgusunda iddia makamının tüm sorularına tek tek cevap vermiştir. İlk defa 1954 yılında İzmir’den milletvekili seçildiğini, 1957’de İzmirli olmamasına rağmen hizmetlerinin karşılığı olarak İzmir halkının teveccühü ile ikinci kez milletvekili seçildiğini söylemiştir. Başsavcı’nın diktaya gidenleri desteklemek suretiyle suça iştirak ettiği iddiasına “Diktaya gidenleri desteklemedim ve böyle bir şey de sezmedim” diyerek demokrasinin beşiği olarak bilinen Fransa’da eğitim gördüğü için kültürünün diktaya müsaade edemeyeceği hasebiyle bu iddiayı şiddetle reddettiğini söylemiştir. Mecliste çıkarılan kanunların Anayasa’ya aykırılık meselesine de değinen Pınar, Meclisin millî iradenin tecelli ettiği bir yer olması hasebiyle çıkarılan her kanunda millî hâkimiyetin olduğunu ve Anayasa’ya aykırılığın çıkarılamayacağını belirtmiştir. Tahkikat Komisyonunun kurulmasına Anayasa’nın 22. ve İç Tüzük’ün 177. maddelerine uygun olarak bilgi edinme maksadıyla milletvekilleri tarafından hazırlanan takriri imzaladığını belirten Nuriye Pınar, Türk kadınlarına yönelik çirkin iddiaların ortaya atıldığını, iddiaların hangi çevreler tarafından ne amaçla çıkarıldığının tespit edilmesi amacıyla takriri desteklediğini söylemiş ve takririn hükûmeti destekleyici bir içeriği olmadığını da eklemiştir. Komisyona yetkiler veren Salahiyetler Kanunu görüşmelerinde Mecliste olmadığını ve dolayısıyla bu kanuna oy vermediğini belirten Pınar, kanunun Anayasa’ya aykırı olup olmadığı konusunda kesin bir karara varamadığını da belirtmiştir. Menfaatler ve haksız kazançlar konusuna da değinen Nuriye Pınar, Yüksek Adalet Divanı tarafından gayrimeşru bir servetinin olmadığının tespitinin yapıldığını, bunun dışında yurt dışı seyahatlerinin akademik ve politik amaçlı olduğunu belirterek görev icabı veya ilim merkezlerinin daveti üzerine yurt dışına gittiğini söylemiştir. Başsavcı’nın Nuriye Pınar’ın murakabe görevini yerine getirmediğine yönelik ithamına karşılık da Mecliste Hariciye, Maarif ve Bütçe Komisyonlarında görev yaptığını belirtmiştir. Üniversite olayları sırasında hükûmeti ikaz ettiğini, İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar’ı ziyaret ederek olay yerini inceleme imkânını bulduğunu söylemiştir. Ancak rahatsızlığından ötürü Meclisin açılışına yetişemediğini, 26 Mayıs’ta ise Meclisin tatil olduğunu öğrendiğini bu sebeple de bilgileri paylaşamadığını ve 28’lik takriri imzalayamadığını ifade etmiştir. Nuriye Pınar, partiden ve milletvekilliğinden istifa etmeyi hiç düşünmediğini çünkü müstakil olarak veya muhalefet partisine geçerek murakabe vazifesini yapmaktan geri kalabileceğini düşündüğünü söylemiştir. Uşak’taki olayları tasvip etmediğini söyleyen Pınar’a göre olaylar “kanaatimce particiliğin dejenere olması, siyasi terbiyemizin yerleşmemesi ve maalesef demokratik rejimde henüz intikal devresinde bulunmamızla” açıklanmalıdır. Sorgusunun sonunda kendisine isnat edilen suçlamaların hiçbirisini kabul etmediğini belirtmiştir. 14 Ekim 1960’ta başlayan Yassıada’daki tarihî davalar, karar günü olan 15 Eylül 1961’de sona ermiştir. Mahkemenin hakkında verdiği karar; “Anayasayı ihlal suçundan TCK’nun 146/3, 59 ve 173. maddeler hükmünce 4 sene 2 ay ağır hapislerine ve amme hizmetlerinden müebbeden memnuiyetlerine (Yasaklanmasına), 1 sene 4 ay, 20 gün İzmir’de umumi emniyet nezareti altında bulundurulmasına, 152 lira maktu harç alınmasına” dair olmuştur. Kararın gerekçesinde Nuriye Pınar’ın Kırşehir Kanunu, Seçim Kanunu’nun 1957’de tadil edilmesine ve Tahkikat Komisyonu’na oy vermesi, murakabe görevini yerine getirmediği gerekçesiyle suçun fer’i iştirakçisi olarak görülmesi gösterilmiştir. Kararların açıklanmasından dört gün sonra, 19 Eylül’de Yassıada’dan nakiller başlamıştır. 43 kişi, müebbet hapse mahkûm olanlar ve idam hükümleri müebbet hapse çevrilenler İmralı Cezaevi’ne yerleştirilmiş, hasta olan 8 kişi İstanbul’daki askerî hastanelere bırakılmıştır. Kadın milletvekillerinin de aralarında olduğu 297 kişi Kayseri Cezaevi’ne, 113 kişi ise Adana Cezaevi’ne nakledilmiştir. Kayseri günleri Yassıada’ya göre çok daha rahat geçmiştir. Cezaevindeki bütün siyasetçiler yakın zamanda bir af bekleyişi içinde olmuşlardır. Bunun ilk adımı TBMM’de 16 Ekim 1962’de kabul edilen ve 18 Ekim 1962’de Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren 78 No.lu “Anayasayı İhlal Suçundan Yüksek Adalet Divanınca Mahkûm Edilenlerin Cezalarının Kısmen Affı Hakkındaki Kanun” ile gerçekleşmiştir. Bu kanunla Yassıada’daki Yüksek Adalet Divanı’nda Anayasa’yı İhlal suçundan mahkûm edilmiş olanların aldıkları cezaların kalan kısımlarını emniyet birimlerine haber vermek şartıyla belirli bir yerde ikametle cezaları affedilmiştir. Kanundan yararlanan 283 milletvekili arasında Nuriye Pınar da bulunmaktadır. Kayseri’de gazetecilere kısa bir demeç veren Nuriye Pınar, bir daha asla politika ile ilgilenmeyeceğini söylemiş ve bu sözünü de tutmuştur. 31 Aralık 1962’de Kayseri Cezaevi’nde tanışıp nişanlandığı eski Bilecik DP Milletvekili Mehmet Erdem ile evlenmiştir. 1967’de Af Kanunu’ndan sonra tekrar mesleğine dönen Erdem, Mayıs 1967’de Elazığ Teknik Okulu Öğretmenliğine, Ekim 1967’de İstanbul Teknik Okulu Jeoloji öğretmenliğine, Ekim 1968’de aynı okulun Doçentliğine, Temmuz 1970’te İDMMA İnşaat Bölümü Doçentliğine atanmıştır. Şubat 1971’de aynı yerin Jeodezi Kürsüsü profesörlüğüne, Temmuz 1982’de YTÜ Mühendislik Fakültesi, İnşaat Bölümü Profesörlüğüne getirilen Erdem, buradaki görevinden Mart 1983’te emekli olmuştur. Fransızca ve İngilizce bilen Nuriye Pınar Erdem, Paleontoloji ve Optatif, Mikro Paleontoloji, Mikro Paleontoloji ve Paleobotanik derslerini vermiştir. 92 yaşında geçirdiği beyin kanaması sebebiyle 2 Ekim 2006’da vefat eden Nuriye Hanım, Bilecik’teki aile mezarlığına defnedilmiştir. Eserlerinden bazıları şunlardır: Türkiye’nin Arzani Tektoniği, 1941. Marmara Denizi’nin Sismik Havzası’nın Sismik Jeoloji ve Meteorolojisi, İstanbul 1943. Ege Havzasının Tektoniği Sıcak Su ve Maden Suyu Kaynakları, İstanbul 1948. Mühendislik Jeolojisi, İstanbul 1976.
|
Arşiv Belgeleri ve Resmi Belgeler BCA , 10.9.0.0.53.157.1 Anayasayı İhlal Davası, Nuriye Pınar Dosyası TBMM Tutanak Dergisi , X. Dönem (1954-1957), www.tbbm.gov.tr açık erişim TBMM Tutanak Dergisi , XI. Dönem (1957-1960), www.tbbm.gov.tr açık erişim Milletvekili Genel Seçimleri, 1923-2011 , TUİK, Ankara 2012. TBMM Albümü-1920-2010 , 2.Cilt-1950-1980, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara 2010. Türk Parlamento Tarihinde Kadın Parlamenterler 1935-2009 , TBMM Yayını, Ankara 2009. Süreli Yayınlar Akşam, 16 Eylül 1961. Cumhuriyet, 2 Aralık 1960. Demokrat İzmir , 13 Haziran 1961. Milliyet, 18 Ağustos 1954. Milliyet , 27 Ocak 1955. Milliyet, 13 Şubat 1955. Milliyet, 1 Ocak 1958. Milliyet , 8 Ekim 1960. T.C. Resmî Gazete , 18 Ekim 1962, Sayı:11235, s. 8846. T.C. Resmî Gazete , 8 Ağustos 1966, Sayı:12370, s. 1-3. Yeni Asır, 2 Aralık 1960. Kitap AĞAOĞLU, Samet, Marmara ’ da Bir Ada, İpin Gölgesindeki Günler , Baha Matbaası, İstanbul 2011. AĞAOĞLU, Samet, Arkadaşım Menderes , Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul 2011. AĞAOĞLU, Samet, Yassıada, Kayseri ve Toptaşı Cezaevi Günlükleri , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013. ARSLAN, Zühtü, Türk Parlamento Tarihi, TBMM-XI.Dönem (1957-1960), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, C 3, Ankara 2013. AYDEMİR, Dilek-Elvan Aydemir, Türk Siyasetinde Kadın , Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Sosyal Araştırmalar Merkezi, Ankara 2011. BAYAR, Celal, Kayseri Cezaevi Günlüğü , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2018. BİNARK, İsmet, Türk Parlamento Tarihi, TBMM X. Dönem (14 Mayıs 1954-1 Kasım 1957) , C I-III, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 2010. BİBEROĞLU, M. Kemal, Demokrat Parti ve Sonrası Anılarım , Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 1997. BURÇAK, Rıfkı SALİM, Yassıada ve Öncesi , Çam Matbaası, Ankara 1976. Cumhuriyetten Günümüze İzmir'in Kadın Siyasetçileri , Hazırlayanlar; Yrd. Doç. Dr. Defne Erzene Bürgin, N. A., Dr. Yusuf Yalçın, Editör: Yrd. Doç. Dr. Gülnur Erciyeş, İzmir 2015. DİLLİGİL, Turhan, Allahsız Gardiyan , Adalet Yayınları, Ankara 1966. ERER, Tekin, Yassıada ve Sonrası , I-II, Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul 1965. EROĞUL, Cem, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi , İmge Yayınevi, Ankara 1990. GÜVELOĞLU, Gülşah, Demokrat Partinin Kadın Milletvekilleri , Kriter Yayınları, İstanbul 2018. ILICAK, Nazlı, 50.Yılında 27 Mayıs Yargılanıyor , Doğan Kitap, İstanbul 2010. İLERİ, Tevfik, Yassıada ve Kayseri Günlükleri , Yayına Hazırlayan: Cahide İleri (Aksoy), Ötüken Yayınları, İstanbul 2003. Kadın Parlamenterler , Hazırlayan: Yüksel Binici, Demokrat Parti AR-GE Başkanlığı, Ankara 2009. KOZANOĞLU, Zeynel, Yassıada’da Bir Spiker , Gerçek Bir Hikaye, Hit Kitap, İstanbul 2011. PERİN, Mithat, Yassıada Faciası, 27 Mayıs Darbesinden İdamlara Kadar İşkence Altında Ezilenlerin Dramı , Dem Yayınları, C 2, İstanbul 1991. PERİN, Mithat, Zindana Tıkılan İktidar, 27 Mayıs ve Yassıada Günleri , Doğan Kitap, İstanbul 2011. SERTKAYA, İbrahim, Demokrasi Yolunda Bir Hayat, Adnan Menderes , Yağmur Yayınları, İstanbul 2008. Siyasette İlk Kadın Parlamenterler Dönemi (8 Mart Dünya Kadınlar Günü Özel Yayını), Hazırlayanlar: Hatice Altunok-Muaz Ayhan Işık, Fatma Gül Gedikkaya, Yasama Derneği, Ankara 2018. TUNA, Işıl, Yassıada’da Yargılanan Demokrat Parti Kadın Milletvekilleri , Libra Kitap, İstanbul 2018. TURGUT, Hulusi, Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar, Doğan Kitap, İstanbul 2007. ULAY, Sıtkı, 27 Mayıs 1960 Harbiye Silah Başına! General Sıtkı Ulay’ın Hatıraları , Kitapçılık Ticaret Limited Şirketi Yayınları, İstanbul 1968. ÜLMAN, Hilal, Kadınlar Koğuşu, Yassıada , Yayına Hazırlayan: Seva Ülman Erten, Sinemis Yayınları, Ankara 2013. YARAMAN, Ayşegül, Bir Demokrasi Tartışması, Türkiye‘de Kadınların Siyasal Temsili (1935-1999), Bağlam Yayıncılık, İstanbul 1999. YORGANCIOĞLU, Mehmet, Politikanın İbret Dolu Seyir Defteri , Dönence Yayınevi, İstanbul 2000. Yüksek Adalet Divanı Kararları , İstanbul-Yassıada 14 Ekim 1960-15 Eylül 1961, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2007. Makale COŞAR, Ömer Sami, “Dün Yassıada’da Üç Münevver Kadın”, Milliyet , 2.12.1960. ÇOLAK, Filiz, “Demokrat Parti Dönemi’nde TBMM’deki Kadın Milletvekilleri ve Meclisteki Faaliyetleri(1950-1960)”, Tarih Okulu Dergisi , Aralık, Yıl:10, Sayı: XXXII, 2017, s. 115-158. ÇOLAK, Filiz, “27 Mayıs Askeri Müdahalesi ve TBMM’deki Kadın Vekiller”, 27 Mayıs 1960’dan 15 Temmuz 2016’ya Darbeler, Geçmişten Günümüze Darbe Olgusu ve Millet Egemenliği Kültürü Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 26-28 Mayıs 2017 , Aydın 2017, C 2, ADÜ Yayınları, s. 477-508. ERDURAN, Leyla, “Cemiyet Haberleri”, Milliyet, 4 Aralık 1960, s. 2. KARA, Nilgün Nurhan, “1960 Askeri Müdahalesi ve İzmir Basınında İlk Günleri”, 27 Mayıs 1960’dan 15 Temmuz 2016’ya Darbeler, Geçmişten Günümüze Darbe Olgusu ve Millet Egemenliği Kültürü Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 26-28 Mayıs 2017 , Aydın 2017, C 3, ADÜ Yayınları, Aydın, s. 1089-1105. KARA, Nilgün Nurhan, “Türk Çağdaşlaşmasının Bir Ögesi: Atatürk ve Kadın”, CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C 17, Sayı:1, Manisa 2019, s. 227-242. OKAY, Nilgün, “Türkiye’nin İlk Kadın Jeolog ve Deprem Uzmanı”, Mavi Gezegen , Sayı: 23, Ankara 2017, s. 5-15. SEZER, Ayten, “Türkiye’deki İlk Kadın Milletvekilleri ve Meclis’teki Çalışmaları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi , C 14, Sayı:42, Ankara 1998, s. 889-905. Tez ÇAKIR, Gülizar, Türkiye’de Kadın Milletvekilleri, 1935-1999 , İnönü Üniversitesi, SBE, Kamu Yönetimi Anabilimdalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Malatya 1999. DUROĞLU, Sibel, Türkiye’de İlk Kadın Milletvekilleri , AÜ, SBE, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilimdalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007. ŞAHİN, Ayşegül, Türkiye’de Kadın Milletvekilleri ve Meclisteki Çalışmaları (1935-2002), Niğde Üniversitesi, SBE, Sosyal Bilgiler Öğretim Programı Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi, Niğde 2008. ŞAHİN, Cemile, Türk Parlamentosunda Kadın Milletvekilleri (1935-2007), Atatürk Üniversitesi, SBE, Tarih Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum 2010. Elektronik Kaynaklar Nuriye Pınar’ın X. Dönem Seçim Mazbatası https://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/MAZBATALAR/TBMM/d10/SM_2059_1_10.pdf , (Erişim Tarihi 5.1.2021) Nuriye Pınar’ın X. Dönem Hal Tercümesi https://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/MAZBATALAR/TBMM/d10/HT_2059_1_10.pdf (Erişim Tarihi 5.1.2021) Nuriye Pınar’ın XI. Dönem Hal Tercümesi https://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/MAZBATALAR/TBMM/d11/HT_2059_1_11.pdf , (Erişim Tarihi 5.1.2021) Nuriye Pınar’ın XI. Dönem Seçim Mazbatası https://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/MAZBATALAR/TBMM/d11/SM_2059_1_11.pdf (Erişim Tarihi 5.1.2021)
|
Türkiye'nin ilk Jeoloji Profesörü olan Nuriye Pınar Erdem, aynı zamanda X. ve XI. Dönem Demokrat Parti (DP) İzmir milletvekillerindendir. 15 Mart 1914'te İstanbul'da doğan Nuriye Hanım'ın babası Müder...
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/8182
|
Filiz ÇOLAK
|
2025-06-30 21:00
|
2025-08-12 14:34
|
|
8,183
|
Perihan Arıburun (1913-2001)
|
Hukukçu, Siyasetçi, Milletvekili
|
Nimet Perihan (Eldeniz) Arıburun, Osmanlı Devleti’nin son demlerinde, 23 Ocak 1913’de İstanbul’da, Atatürk’ün Harp Okulu’ndaki hocası Naci (Eldeniz) Paşa’nın kızı ve anne tarafından Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa’nın torunu olarak dünyaya gözlerini açmıştır. Seçkin ve eğitim düzeyi yüksek bürokrat bir ailenin ferdi olmasından dolayı eğitimine özel bir önem verilmiştir. Osmanlı başkentinde, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde başladığı eğitim hayatı, İngilizce ve Fransızca gibi iki batı dilini öğrenmesini sağlayarak ilerideki hayatına da önemli katkı sağlamıştır. İstanbul’daki eğitim hayatı babasının görevi nedeniyle önce Konya, ardından da Ankara’da devam etmiştir. 1931’de A.Ü Hukuk Fakültesi’nden mezun olduğunda Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk kadın avukatlarından birisidir. Atatürk tarafından İngiltere’ye “Çocuk Mahkemeleri” konusunda ihtisas eğitimine gönderilen Perihan Eldeniz, 1934’de geri döndüğünde Türk kadını için tarihi bir gelişmeye, seçme ve seçilme hakkının verilmesine de tanıklık etmiştir. 1940’da genç bir hava subayı olan Tekin Arıburun ile evlenmiş ve bu evlilikten Güntuğ ve Gülfiliz adlarında 2 çocuğu olmuştur. Siyasetçi bir aileden gelmesine rağmen siyasete girmeyi hiç düşünmeyen Perihan Arıburun, 1957 Genel Seçimlerinde İzmir DP listesinden aday gösterildiği haberini aldığında siyasete hiç ilgisinin olmamasına rağmen bunu milli bir görev telakki ederek kabul etmiştir. 1 Kasım 1957’de seçimle gelen 8 kadın milletvekilinden biri olarak katıldığı XI. TBMM’de siyasi kavgalar içinde yer almayan, Meclis dışındaki sosyal faaliyetlerini aksatmadan devam ettiren bir parlamenter görüntüsü çizmektedir. Perihan Arıburun’un ilk ve son parlamento hayatı, seçim dönemini tamamlayamadan 27 Mayıs 1960’da sona ermiştir. Türk demokrasi hayatını kesintiye uğratan bu olay sonrasında yaşananlar diğer DP’liler gibi O’nun da hayatının en zor ve acı günleri olmuştur. Yassıada’daki tarihi mahkemelerde müdahaleyi tasvip etmeyerek tutuklanan eşi Tekin Arıburun ile birlikte yargılanan Perihan Arıburun, Anayasayı İhlal Davası’nda hakkındaki suçlamaları kabul etmemiştir. Yüksek Adalet Divanı’nın 15 Eylül 1961’de karar duruşmasında, bir hukukçu olarak haklarında “Beraat” kararının çıkacağından eminken “4 yıl 2ay” hapis cezasına çarptırıldığını öğrendiğinde hayal kırıklığı yaşamasına rağmen metanetini korumuştur. Yassıada’dan sonra Kayseri Cezaevi’nde devam eden tutukluğu 1962’deki kısmi af ile denetimli serbestliğe dönüşmüştür. Çocuklarına kavuşmanın mutluluğu ile bir daha aktif siyasetin içinde yer almayan Perihan Arıburun sosyal faaliyetlerine devam etmiş, Veremle Savaş Derneği(1964), Körlere Işık Derneği(1968) gibi derneklerin kurucuları arasında yer alarak uzun yıllar başkanlıklarını da üstlenmiştir. Bunların yanısıra çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazan Perihan Arıburun, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin simgelerinden biri olarak, Atatürk’ün Türk kadınında görmek istediği çağdaş modele uygun gerçek bir hanımefendi olarak 2001’de hayata gözlerini yummuştur.
|
Hukukçu, Siyasetçi, Milletvekili
|
23 Ocak 1913’te İstanbul Şişli’de doğan Perihan Arıburun, Atatürk’ün Harp Okulundan hocası olan General A. Naci Eldeniz’in kızıdır. Aynı zamanda annesi Makbule Eldeniz’in Osmanlı Devleti’nin son dönem sadrazamlarından Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa’nın kızı olması hasebiyle de sadrazam torunudur. 1959-1960 arasında Türk Hava Kuvvetleri Komutanı olan Tekin Arıburnu’nun eşi ve iki çocuk annesidir. Perihan Hanım, çocukluk döneminde askeri görevleri nedeniyle babası Naci Paşa’yı çok az görebilmiştir. Yıllar sonra Beşir Ayvazoğlu ile yaptığı görüşmede bu günleri şöyle anlatmaktadır: “Kırk yılda bir gelir, birkaç saatliğine otururdu. O Anadolu’dayken biz dedem Kamil Paşa’nın Fatih’teki Konağına sığınmıştık. Bir keresinde, O’nun büyük bir mandalinayı itina ile soyduğunu hatırlıyorum. Tek bir mandalina, öyle bir devir. Bir dilim anneme verdi, bir dilim kendisi yedi. Kalanını bana yedirdi. Hâlâ gözlerimin önündedir o manzara.” İstanbul’da başlayan eğitim hayatı Konya ve Ankara’da devam etmiştir. 1924’te Notre Dame de Sion Fransız Lisesinde okurken babası Naci Paşa Konya’daki 5. Kolordu Komutanı Vekili görevine tayin edilmiştir. Ailesinden daha fazla uzak kalmak istemeyen Naci Paşa Konya’daki görevine ailesi ile birlikte gitmiştir. Ardından babasının askerlikten ayrılıp Cebel-i Bereket (Osmaniye) milletvekili olarak Meclise girmesinden sonra Ankara’ya taşınmışlardır. Genç Perihan da lise eğitimine Ankara Kız Lisesinde devam etmiştir. Okulun başarılı öğrencilerinden birisidir. Edebiyata ilgisinin artmasında okulun edebiyat öğretmenlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel’den ders almasının önemli bir katkısı olmuştur. Edebiyata ve tiyatroya meraklı olan Perihan, okulun temsillerinin hemen hepsinde rol almıştır. Liseden mezun olduktan sonra yükseköğrenimine A.Ü. Hukuk Fakültesine devam etmiştir. 1931’deki mezuniyetinin ardından Atatürk tarafından İngiltere’ye gönderilmiştir. Türkiye’nin ilk kadın avukatlarından birisi olarak yurda döndükten sonra bir süre Temyiz Mahkemesi 3. Ceza Dairesi Hâkimi, Cide Hâkim Muavinliği görevlerinde bulunmuştur. 1940’ta Tekin Arıburun ile evlenmiştir. 1953’ten itibaren serbest avukatlığa başlamışsa da avukatlık dönemi uzun sürmemiş, iki yabancı dil (İngilizce ve Fransızca) bilgisinin de etkisiyle Ankara’daki yabancı elçilerin hanımlarının düzenledikleri toplantılarda onlara tercümanlık yapmıştır. 1946-1948 arasında Washington Kızıl Haç Kan Bankasında gönüllü çalışmalarını müteakip Kızılay Kan Bankasının kuruluşunda ve 1956-1960 arasında Türk Hava Kuvvetlerinde bayan subaylar yetiştirilmesinde önemli hizmetleri olmuştur. Arıburun’un siyasi hayatı, XI. Dönem (1957-1960) TBMM’de Demokrat Parti (DP) İzmir milletvekili olarak yer almasıyla başlamıştır. Atatürk’ün Türk kadınını siyasi hayatta görme isteği ile verdiği siyasi hakları Cumhuriyet’in en önemli faziletlerinden biri olduğuna gönülden inanan Arıburun, siyasi kavgalara karışmama kararıyla DP yöneticilerinin kendisine yönelttiği adaylık talebini kabul etmiştir. 27 Ekim 1957’de yapılan seçimlerde 217.655 oyla DP İzmir milletvekili seçilmiştir. Sicil numarası 2359’dir. Mazbatasının onaylanmasının ardından 1.11.1957’de TBMM’ye katılmıştır. XI. Dönem TBMM’de Millî Eğitim ve Millî Savunma Komisyonlarında üyelik yapan Perihan Hanım’ın Parlamento döneminde kanun teklifi ya da önergesi yoktur. Meclis Genel Kurul görüşmelerinde 2 konuşması vardır. Meclis kürsüsündeki ilk konuşması 8 Haziran 1959’da olup “5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nun 40. maddesine bir (F) fıkrası eklenmesine dair”dir ki bu madde de; “Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisinin yaş haddi vazifesinde kalması lüzumlu ve faydalı görüldüğü takdirde İcra Vekilleri Heyeti kararı ile birer senelik fasılalarla 3 sene uzatılmasıdır” başlığını taşımaktadır. Konuşmasına Kemal Atatürk’ü anarak başlayan Perihan Arıburun, 1960’ta NATO Askerî Komitesi Başkanlığının Türkiye’ye verilmesinin söz konusu olduğunu belirtmiş ve yakın zamanda görev süresi dolacak olan Org. Rüşdü Erdelhun hakkında konuşmak istediğini söylerken Meclis Başkanı tarafından isim vermemesi konusunda uyarılmıştır. Uyarıyı dikkate alan Arıburun konuşmasında milletvekillerinden Rüşdü Erdelhun’un görev süresinin uzatılması lehinde bu teklifin değerlendirilmesini rica etmiştir. Meclis kürsüsündeki ikinci konuşması 25 Nisan 1960 tarihli oturumda gerçekleşmiştir. T.C. Turizm Bankası Kanun layihasının 18. maddesi ile Bakanlar Kuruluna, talih oyunları oynamak için bazı kulüplerin açılma izninin verilmesine dair teklifin görüşmelerinde söz alarak kürsüye çıkan Perihan Arıburun, bu kanun kapsamında kumarhaneler meselesine dikkat çekerek bunun “Türk çocuklarının terbiyesinde menfi bir yol oynamak ihtimali” nedeniyle hiçbir ana babanın bu kanun maddesini kabul etmeyeceğini, bunun içinde teklifinin layihadan çıkarılmasını istemiştir. Arıburun, meselenin sadece turizm meselesi olmadığını net bir şekilde ifade ederek iki çocuk annesi olarak çocuklar konusunda ne kadar hassas davranılmasını gerektiğinin de altını çizmektedir. Ayrıca çocuk suçluluğu konusunda çalışmalarının olması da Arıburun’un Meclis kürsüsünden bu konudaki uzmanlığını ifade etmesine ve konuşmasının daha etkili olmasına imkân sağlamıştır. 27 Mayıs 1960 sabahı TSK’nın ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildirisinin ardından DP’li milletvekillerinin gözaltına alınmalarına da başlanılmıştır. Gözaltına alınanlar Ankara’da Harbiye’de, İstanbul’da ise Davutpaşa ve Balmumucu Kışlaları’nda toplanmışlardır. Hava Kuvvetleri Komutanı olan eşi Tekin Arıburun’un 27 Mayıs günü işine gitmek için evden çıkıp akşam dönmemesi üzerine yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu anlayan Perihan Arıburun’un gergin bekleyişi, müdahaleden 6 gün sonra 2 Haziran 1960’ta gözaltına alınmasıyla yeni bir döneme girmiştir. DP listesinden Meclise giren diğer 6 kadın milletvekili ile birlikte gözaltının tutuklanmaya çevrilmesiyle hayatının en zorlu zamanlarını geçireceği Yassıada günleri de başlamıştır. 19 Haziran 1960’ta, Yassıada’ya yerleştirilen DP’lilerin yargılanmasını sağlayacak Soruşturma Kanunu çıkmıştır. 26 maddelik kanuna göre, tutukluların yakınları da mal beyanına tabi tutulabilecek ve yurt dışındaki servetler geriye getirilebilecek, duruşmalar aleni ve aralıksız yapılabilecek, sanıkları en fazla 3 avukat temsil edebilecektir. DP’lilerin Yassıada’ya nakledilmesine rağmen tarihî yargılamaların nerede yapılacağına hemen karar verilememiş, 19 Temmuz’da Millî Birlik Kurulu, yargılamaların Yassıada’da yapılacağını resmen ilan etmiştir. Yassıada’daki kadın tutuklular Birinci Koğuş’ta kendilerine ayrılan odaya yerleştirilmişlerdir. Perihan Hanım’ın eşi Tekin Arıburun da birinci koğuşta kalanlar arasındadır. Böylelikle kısa bir süre Tekin-Perihan Arıburun çifti havalandırma ve yemekhanede görüşme fırsatı bulabilmişlerdir. Tevfik İleri, Yassıada ve Kayseri Günlükleri adlı hatıralarında karı-kocanın ilk karşılaşmasını şöyle anlatmaktadır: “Buraya geldiğimizin ertesi günü Tekin Paşa’ya: ‘Hanımefendi geldiğinizi duydu, herhalde sizi görmek için bir fırsat bulurlar’ demiştim. Nitekim dün Perihan Hanımefendi bir iki arkadaşla beraber kantine geçti. Biz ve Tekin Paşa kendisini selamladık. O ara Tekin Paşa benim tıraş makinesiyle tıraş oldu, tarandı, ceketini giydi. Eşinin dönüşünü bekledi. Dönüşünde kendisini pencerenin önünde yalnız bıraktık. Selamlaştılar, bir iki kelimelik konuştular.” Ama bu durum uzun sürmemiştir. Ada Kumandanı Tarık Güryay, karı-koca arasındaki bu iletişimi önlemek için her ikisine havalandırmada bile olsa konuşmamaları emrini vermiş ve Tekin Arıburun’u başka bir koğuşa naklettirmiştir. Farklı koğuşlarda kalmalarına ve konuşmalarının yasaklanmasına rağmen Tekin-Perihan Arıburun çifti arkadaşlarının aracılığıyla gizli gizli haberleşmeye devam etmişlerdir. Yassıada’da duruşmalardan önce kadın milletvekillerinin sorgulamalarına 23 Ağustos 1960’tan itibaren başlanılmıştır. Perihan Arıburun ilk yazılı ifadesini 31 Ağustos 1960 günü Sıtkı Akyazan başkanlığındaki, iki üye ve bir de kâtibin bulunduğu heyet karşısında vermiştir. Arıburun ifadesinde 1957 yılında milletvekili olduğunu ve “Atatürk’ün eserlerinden ilham almış bir insan olarak yetiştiğini” belirtmiştir. Meclise seçim yoluyla gelindiğini, muhalefet kurumunun mevcut olduğu ve Meclis çalışmalarının muhalefetin katılımıyla sürdüğü için diktatörlük gibi bir rejimin tesisinin mümkün olamayacağını ve çıkarılan kanunlarında da Anayasa’ya aykırı olmadığını da sözlerine eklemiştir. 11 ay sürecek olan Yassıada duruşmaları 14 Ekim 1960, Cuma günü başlamıştır. Perihan Arıburun, Yüksek Adalet Divanında Anayasa’yı İhlal Davası’nda yargılanmıştır. Bu davanın içeriğini 1950-1960 arasındaki DP iktidarı döneminde keyfî olarak ve parti yararına Anayasa’da haksız düzenlemelerin yapılmış olması oluşturmaktadır. Perihan Arıburun bu davada İç Tüzük tadiline, Tahkikat Encümeni kurulmasına ve Yetki Kanunu’na oy vermesinden dolayı yargılanmıştır. Perihan Arıburun, Anayasa’yı İhlal Davası’nda hâkim karşısına ilk kez 9 Haziran 1961 tarihinde çıkmıştır. Kendisi de bir hukukçu olan Arıburun, duruşmalarda oldukça aktif bir tavır sergilemiş, düşündüklerini söylemekten hiçbir zaman çekinmemiştir. Gözaltına alınıp tutuklandığı tarihe kadar herhangi bir sabıkası bulunmayan Perihan Arıburun, sorgusunda 1957 seçimlerinde milletvekili seçildiğini ve Mecliste Maarif ve Millî Müdafaa Encümenlerinde görev yaptığını belirttikten sonra dikta yönetimine doğru bir gidişin olmadığını, bilakis Seçim Kanunu ile ilgili düzenlemeler yapılmak istendiği için seçime gidişin olduğunu ifade ederek dikta teşebbüsünü desteklemesinin mümkün olmadığını net bir ifade ile belirttikten sonra sözlerine şöyle devam etmiştir: “Çünkü ben Atatürkçüyüm. Babam, Atatürk’ün hocası idi. Hakikat iki türlü olamaz. Atatürk idealini devam ettiren gayretlerimize ait birkaç yazılı konuşma örneğini müsaade ederseniz takdim edeceğim. Murakabe, Komisyonlarda ve Heyet-i Umumiye’de olur. Komisyonların çalışmalarına iştirak, heyet-i umumiyede bir kanun müzakeresini dinlemek ve rey kullanmak da bir murakabedir. Biz yeni mebuslar Reis Beyefendi, Meclise intibak için elimizden geldiği kadar komisyonlarda çalışmaya mecburdur.” Milletvekilliği döneminde maddi ve şahsi menfaat sağladığına dair yapılan ithamlara da karşılık veren Perihan Arıburun, Yüksek Soruşturma Kurulu ve Yüksek Adalet Divanınca yapılan incelemeler sonrasında haksız kazanç elde etmediğinin anlaşıldığını söyleyerek savunmasına şöyle devam etmiştir: “Millet Meclisinde nüfuzdan istifade ederek döviz ve idare meclisi azalığından faydalanmak için değil, milletime faydalı olmaya, ona fayda sağlanmaya çalıştım. Biz kadın mebusların bir takrir vardır. 7 Nisan tarihli 1960 bütçe müzakerelerini takip eden tatilde arkadaşlar vatan sathına yayılmışlardı. Dönüşte hepsi aynı asılsız dedikodunun memleketi kemirmekte olduğunu söylüyorlardı. Bu Türk kadınının şerefine müteveccih asılsız bir dedikodu idi. Biz bunun esaslı olduğuna inanıyoruz Reis Beyefendi. Türk kadınının şerefinin parti mücadelelerinde hiçbir zaman konu olmaması lazım geldiğine inanıyorum. Bunun için takrire imza koydum.” Perihan Arıburun’un mahkemede sözlü savunması dışında yazılı savunmaları da bulunmaktadır. Bunlar Avukatı A. Ferruh Ağan tarafından hazırlanarak mahkemeye sunulmuştur. İlk yazılı savunması 7 Haziran 1961 tarihini taşımakta olup 3 sayfadan oluşmaktadır. Ferruh Ağan burada müvekkili P. Arıburun’a istinat ettirilen Anayasa’yı ihlal suçlamasının gerçekçi olmadığına vurgu yaparak kendisi de bir hukukçu olan müvekkilinin tek amacının Atatürk’ün yolundan gitmek olduğunu belirtmekte ve onun kişilik özelliklerine sıklıkla vurgu yaparak hakkında bir karara varılabilmesi için Arıburun’un milletvekilliği öncesindeki düşüncelerine itibar edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Perihan Arıburun’un 8 Haziran 1961 tarihli bizzat el yazılı savunmasında Atatürk’ün Türk kadınına siyasi haklarını vermesinin önemini ve “Ana” kavramından yola çıkarak “Türk kadınının” tarihteki önemini açıklamaktadır: “…Bir Türk kadını olarak vatana hizmet etmek istemiştim. Atatürk’ün şu sözlerine inanmıştım: “Bırakın hamur teknelerinizi, Büyük Millet Meclisine gelin. Vatan sizden hizmet bekliyor… ” Bir asker kızı ve asker eşi olduğumu isbat etmek istemiştim. Benim, kendime örnek saydığım kadın, ne Avrupalı ne de Amerikalıdır. Kara Fatma’yı hatırlatmak isterim. Türk kadınına askerlik yakışır. Erkekle omuz omuza silah alabilir. Atatürkümüz: “Türk kadını! Demiştir. Sen yerlerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükseltilmeye layıksın” Göklere yükseltilmek şöyle dursun, bir yıldan fazladır evlat ve yuva hasreti çekmekteyim.” Savunmasını “Suçsuzum ve beraatimi istiyorum.” ifadesiyle sonlandırmıştır. 14 Ekim 1960’ta başlayan Yassıada’daki tarihî davalar, karar günü olan 15 Eylül 1961’de sona ermiştir. Bir hukukçu olarak suç istinadının olmadığı için serbest bırakılacağı inancıyla kendisi hakkındaki kararı dinleyen Arıburun, büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Mahkemenin hakkında verdiği karar; “Anayasayı ihlal suçundan TCK'nun 146/3, 59 ve 173. maddeler hükmünce 4 sene 2 ay ağır hapislerine ve amme hizmetlerinden müebbeden memnuiyetlerine (yasaklanmasına), 1 sene 4 ay, 20 gün İzmir’de umumi emniyet nezareti altında bulundurulmasına, 152 lira maktu harç alınmasına” dair olmuştur. Arıburun, yıllar sonra Nazlı Ilıcak ile yaptığı görüşmede verilen kararı şöyle değerlendirmektedir: “Karar günü, kesin olarak serbest bırakılacağımıza inanıyordum. Kendim ceza hâkimi olduğum için durumda suç unsuru olup olmadığını iyice araştırmıştım. Çünkü 27 Mayıs hareketinin, siyasi tahrik sonucu olduğu artık anlaşılmıştı. Biz milletçe, parlamenter demokraside yeniydik. Bu rejime karşı olanlar veya beğenmeyenlerin tahriklere kapılacakları belliydi. Nitekim Kayseri Cezaevi’ne, bizi ziyarete gelen vatandaşlar ağlayarak, ‘Biz sizi seçtik, ama korumasını bilemedik’ derlerdi. Bu, bir görüş meselesi değildir. Gerçek budur ve gerçek ikiyüzlü olamaz.” Kararların açıklanmasından 4 gün sonra, 19 Eylül’de Yassıada’dan nakiller başlamıştır. 43 kişi, müebbet hapse mahkûm olanlar ve idam hükümleri müebbet hapse çevrilenler İmralı Cezaevine yerleştirilmiş, hasta olan 8 kişi İstanbul’daki askerî hastanelere bırakılmıştır. Kadın milletvekillerinin de aralarında olduğu 297 kişi Kayseri Cezaevine, 113 kişi ise Adana Cezaevine nakledilmiştir. Kayseri günleri Yassıada’ya göre çok daha rahat geçmiştir. Cezaevindeki bütün siyasetçiler yakın zamanda bir af bekleyişi içinde olmuşlardır. Bunun ilk adımı TBMM’de 16 Ekim 1962’de kabul edilen ve 18 Ekim 1962’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 78. No.lu “Anayasayı İhlal Suçundan Yüksek Adalet Divanınca Mahkûm Edilenlerin Cezalarının Kısmen Affı Hakkındaki Kanun” ile gerçekleşmiştir. Bu Kanun’la Yassıada’daki Yüksek Adalet Divanında Anayasa’yı İhlal suçundan mahkûm edilmiş olanların aldıkların cezaların kalan kısımlarını emniyet birimlerine haber vermek şartıyla belirli bir yerde ikametle cezaları affedilmiştir. Kanundan yararlanan 283 milletvekili arasında Perihan Arıburun da bulunmaktadır. Bütün DP’lilerin affı ise TBMM’de 3 Ağustos 1966 tarihinde kabul edilen 780 sayılı kanunun 9 Ağustos 1966’da Resmî Gazete’de yayınlanması ile gerçekleşmiştir. Aftan sonra çocuklarına kavuşmanın mutluluğu ve huzurunu yaşayan Perihan Arıburun, sonraki yaşamında uzun bir süre siyasetin içerisinde yer almazken eşi Tekin Arıburun Adalet Partisi (AP) saflarından politikaya atılmış, Senatör seçilerek yıllarca Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı yapmıştır. Perihan Hanım ise çok sevdiği sosyal çalışmalarına devam etmiş, özellikle körlerle ilgilenmiştir. Onun özverili uğraşları sonunda kurucu olduğu Ankara Körler Okulu açılmış ve Genel Başkanı olarak görev yaptığı Körlere Işıklar Vakfında çalışmalarda bulunmuştur. Ankara Körler Ortaokulunda 15 yıl, haftada 1 gün kitap okumuş ve Yabancı Dil Laboratuvarının kurulmasını sağlamıştır. Körlere duyduğu bu ilgiyi dedesi Sadrazam Kamil Paşa’ya bağlamaktadır: “İstanbul’da körler için ilk defa okul açan dedemdir. Pembe Hanım adında gözleri görmeyen bir kızkardeşi varmış, çok severmiş. Ona duyduğu sevgi bütün körlere yönelmiş ve daha sonra kızlar için bir bölüm de ilave ettirdiği körler okulu açmış.” Perihan Arıburun, Yassıada’da bir daha siyasete girmemeye yemin etmesine rağmen DP’nin kapatılmasından sonra kurulan Adalet Partisinin Genel Başkanı Süleyman Demirel tarafından partiye katılma konusundaki ısrarlı tekliflerini, Sabit Osman Avcı’nın “Bir kurban keseriz. Olur biter.” sözü üzerine en sonunda kabul etmiş ve 9 Mart 1975’te Ankara Dedeman Oteli’nde düzenlenen bir törenle bu partiye katılmıştır. Törende duygusal bir konuşma yapan Perihan Arıburun sözlerini şöyle bitirmiştir: “Aramızdan ayrılan rahmetli aziz Menderes için gözyaşlarımı tutamıyorum” diye sözlerine başlamış, şöyle demiştir; “Bizlere acı çektirenleri affettik. Şimdi onarı Allah affetsin. Kayseri hapishanesinde çile doldururken, bizleri yalnız bırakmayan tek kişi Süleyman Demirel’di. Bize bugünleri de gösterdiği için kendisine çok teşekkür ederim.” Aynı toplantıda Perihan Arıburun ile birlikte eski DP’ye mensup, aralarında Yassıada’daki koğuş arkadaşı eski DP Bursa milletvekili Hilal Ülman’ın da yer aldığı 43 kişi de AP’ye üye olmuştur. Eski DP’lilerin grup halinde AP’ne katılması basında “Milliyetçi Cepheye İltihaklar, Cephede Piknik” olarak değerlendirilmiştir. Perihan Arıburun’un AP’ye katılması sembolik olarak kalmış aktif siyasetin içinde yer almamıştır. Sosyal etkinlik projelerini politikaya tercih eden Arıburun, 20-25 Haziran 1978’de İstanbul’da düzenlenen IV. Uluslararası Gönüllü Kadın Dernekleri Konferansına Uluslararası Kadın Dernekleri Eğitim ve Öğretim Birliği (LIVE)’nin Türkiye temsilcisi olarak katılmıştır. 9 ülkeden 50 delegenin katıldığı çocuk, yaygın eğitim, gençlik eğitimi, kadının kültürel eğitimi ve çevre sorunları gibi konuların tartışıldığı konferansın başkanlığını da Perihan Arıburun yapmıştır. Çocukların eğitimine çok önem veren bir eğitim gönüllüsü olarak Aksaray’ın Hortu köyüne bir ortaokul yaptırılması için kampanya başlatan Perihan Arıburun, okul inşaatı için gerekli bütçeyi sağlayabilmek için 1981’de Ankara’da Avustralya Büyükelçisi’nin eşi birlikte yabacı devlet temsilcilerinin eşlerinin de katıldığı bir yardım gecesi organize etmiştir. Geceye renk katmak ve ilgi toplayabilmek için bizzat çocukları ve torunlarını da seferber eden Arıburun, eski Türk kadın giysilerinden bir defile düzenlemiş kendisi de bir kıyafetle bu defileye bizzat iştirak etmiştir. 12 Ağustos 1993’te eşi Tekin Arıburun’u kaybeden Perihan Arıburun, ömrünün sonuna kadar kadınların ve çocukların eğitimi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış, bu uğurdaki her türlü faaliyeti gönülden desteklemiştir. Perihan Arıburun, 18 Ocak 2001’de 88 yaşında İstanbul’da vefat etmiştir.
|
Arşiv Belgeleri ve Resmî Belgeler BCA , 10.9.0.0.53.157.1 Anayasayı İhlal Davası, Perihan Arıburun Dosyası. TBMM Tutanak Dergisi, Devre: XI, C 9, İçtima: 2, 78. İnikat, 8.6.1959, s. 596. TBMM Tutanak Dergisi , Devre: XI, C 13, İçtima: 3, 60. İnikat, 25.4.1960, s. 250. Milletvekili Genel Seçimleri, 1923-2011 , TUİK, Ankara 2012. TBMM Albümü-1920-2010, 2.Cilt-1950-1980, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara 2010. Türk Parlamento Tarihinde Kadın Parlamenterler 1935-2009 , TBMM Yayını, Ankara 2009. Süreli Yayınlar Akşam, 16 Eylül 1961. Cumhuriyet , 16 Eylül 1961. Milliyet , 31 Ocak 1961. Milliyet, 8 Nisan 1973. Milliyet , 9 Mart 1975. Milliyet, 1 Mayıs 1976. Milliyet , 22 Haziran 1978. Milliyet, 13 Kasım 1981. T.C. Resmî Gazete, 18 Ekim 1962 , Sayı:11235, s. 8846. T.C. Resmî Gazete, 8 Ağustos 1966 , Sayı:12370, s. 1-3. Araştırma Eserleri AĞAOĞLU, Samet, Marmara ’ da Bir Ada, İpin Gölgesindeki Günler , Baha Matbaası, İstanbul 2011. AĞAOĞLU, Samet, Arkadaşım Menderes , Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul 2011. AĞAOĞLU, Samet, Yassıada, Kayseri ve Toptaşı Cezaevi Günlükleri , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013. ARIBURUN, Perihan, “Cumhuriyetin 50.Yılında Türk Kadını”, Belleten, TTK Yayını, XXXVII(148), Ankara 1973, s. 481-483. ARSLAN, Zühtü, Türk Parlamento Tarihi, TBMM-XI.Dönem (1957-1960), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, C 3, Ankara 2013. AYDEMİR, Dilek-Elvan Aydemir, Türk Siyasetinde Kadın , Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Sosyal Araştırmalar Merkezi, Ankara 2011. AYVAZOĞLU, Beşir, Defterimde 40 Suret , Ötüken Yayınları, İstanbul 1996. BAYAR, Celal, Kayseri Cezaevi Günlüğü , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2018. BİBEROĞLU, M. Kemal, Demokrat Parti ve Sonrası Anılarım , Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 1997. BİRLER, Hasan, “Atatürk ve Çevresi /Perihan Arıburun’un Anıları”, Milliyet, 21 Kasım 1981, s. 7. BURÇAK, Rıfkı SALİM, Yassıada ve Öncesi , Çam Matbaası, Ankara 1976. Cumhuriyetten Günümüze İzmir ’ in Kadın Siyasetçileri , Hazırlayanlar; Yrd. Doç. Dr. Defne Erzene Bürgin, N. A, Dr. Yusuf Yalçın, Editör: Yrd. Doç. Dr. Gülnur Erciyeş, İzmir 2015. ÇAKIR, Gülizar, Türkiye’de Kadın Milletvekilleri, 1935-1999 , İnönü Üniversitesi, SBE, Kamu Yönetimi Anabilimdalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Malatya 1999. ÇOLAK, Filiz, “Demokrat Parti Dönemi’nde TBMM’deki Kadın Milletvekilleri ve Meclisteki Faaliyetleri (1950-1960)”, Tarih Okulu Dergisi , Aralık, Yıl: 10, Sayı: XXXII, 2017, s. 115-158. ÇOLAK, Filiz, “27 Mayıs Askeri Müdahalesi ve TBMM’deki Kadın Vekiller”, 27 Mayıs 1960’dan 15 Temmuz 2016’ya Darbeler, Geçmişten Günümüze Darbe Olgusu ve Millet Egemenliği Kültürü Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 26-28 Mayıs 2017 , Aydın 2017, C 2, ADÜ Yayınları, s. 477-508. DİLLİGİL, Turhan, Allahsız Gardiyan , Adalet Yayınları, Ankara 1966. DUROĞLU, Sibel, Türkiye’de İlk Kadın Milletvekilleri , AÜ, SBE, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilimdalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007. ERDURAN, Leyla, “Cemiyet Haberleri”, Milliyet, 4 Aralık 1960, s. 2. ERER, Tekin, Yassıada ve Sonrası , :I-II, Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul, 1965. EROĞUL, Cem, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi , İmge Yayınevi, Ankara 1990. GÜVELOĞLU, Gülşah, Demokrat Partinin Kadın Milletvekilleri , Kriter Yayınları, İstanbul 2018. ILICAK, Nazlı, 50.Yılında 27 Mayıs Yargılanıyor , Doğan Kitap, İstanbul 2010. İLERİ, Tevfik, Yassıada ve Kayseri Günlükleri , Yayına Hazırlayan: Cahide İleri (Aksoy), Ötüken Yayınları, İstanbul 2003. Kadın Parlamenterler , Hazırlayan: Yüksel Binici, Demokrat Parti AR-GE Başkanlığı, Ankara 2009. KARA, Nilgün Nurhan, “1960 Askeri Müdahalesi ve İzmir Basınında İlk Günleri”, 27 Mayıs 1960’dan 15 Temmuz 2016’ya Darbeler, Geçmişten Günümüze Darbe Olgusu ve Millet Egemenliği Kültürü Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 26-28 Mayıs 2017 , Aydın 2017, C 3, ADÜ Yayınları, Aydın, s. 1089-1105. KARA, Nilgün Nurhan, “Türk Çağdaşlaşmasının Bir Ögesi: Atatürk ve Kadın”, CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C 17, Sayı: 1, Manisa 2019, s. 227-242. KOZANOĞLU, Zeynel, Yassıada’da Bir Spiker , Gerçek Bir Hikaye, Hit Kitap, İstanbul 2011. “Nasreddin Hocanın Köyüne Okul Yapılacak”, Milliyet, 13.11.1981, s. 3. ÖYMEN, Örsan, “Politika Kazanı”, Milliyet, 9 Mart 1975, s. 6. PERİN, Mithat, Yassıada Faciası, 27 Mayıs Darbesinden İdamlara Kadar İşkence Altında Ezilenlerin Dramı , Dem Yayınları, C 2, İstanbul 1991. PERİN, Mithat, Zindana Tıkılan İktidar, 27 Mayıs ve Yassıada Günleri , Doğan Kitap, İstanbul 2011. SERTKAYA, İbrahim, Demokrasi Yolunda Bir Hayat, Adnan Menderes , Yağmur Yayınları, İstanbul 2008. SEZER, Ayten, “Türkiye’deki İlk Kadın Milletvekilleri ve Meclis’teki Çalışmaları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi , C 14, Sayı: 42, Ankara, s. 889-905. Siyasette İlk Kadın Parlamenterler Dönemi (8 Mart Dünya Kadınlar Günü Özel Yayını), Hazırlayanlar: Hatice Altunok-Muaz Ayhan Işık, Fatma Gül Gedikkaya, Yasama Derneği, Ankara 2018. ŞAHİN, Ayşegül, Türkiye’de Kadın Milletvekilleri ve Meclisteki Çalışmaları (1935-2002), Niğde Üniversitesi, SBE, Sosyal Bilgiler Öğretim Programı bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi, Niğde 2008. ŞAHİN, Cemile, Türk Parlamentosunda Kadın Milletvekilleri (1935-2007), Atatürk Üniversitesi, SBE, Tarih Anabilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum 2010. TUNA, Işıl, Yassıada’da Yargılanan Demokrat Parti Kadın Milletvekilleri , Libra Kitap, İstanbul 2018. TURGUT, Hulusi, Yassıada’da Yaptırılmayan Savunmalar, Doğan Kitap, İstanbul 2007. ULAY, Sıtkı, 27 Mayıs 1960 Harbiye Silah Başına! General Sıtkı Ulay’ın Hatıraları , Kitapçılık Ticaret Limited Şirketi Yayınları, İstanbul 2018. ÜLMAN, Hilal, Kadınlar Koğuşu, Yassıada , Yayına Hazırlayan: Seva Ülman Erten, Sinemis Yayınları, Ankara 2013. YARAMAN, Ayşegül, Bir Demokrasi Tartışması, Türkiye‘de Kadınların Siyasal Temsili (1935-1999), Bağlam Yayıncılık, İstanbul 1999. YORGANCIOĞLU, Mehmet, Politikanın İbret Dolu Seyir Defteri , Dönence Yayınevi, İstanbul 2000. Yüksek Adalet Divanı Kararları , İstanbul-Yassıada 14 Ekim 1960-15 Eylül 1961, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2007. Elektronik Kaynaklar Perihan Arıburun’un Hal Tercümesi; https://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/MAZBATALAR/TBMM/d11/HT_2357_1_11.pdf (Erişim Tarihi 5.01.2021) Perihan Arıburun’un XI. Dönem Seçim Mazbatası https://www.tbmm.gov.tr/eyayin/GAZETELER/WEB/MAZBATALAR/TBMM/d11/SM_2357_1_11.pdf (Erişim Tarihi 5.1.2021) Mehmet Ali Birand’ın Demirkırat Belgeseli https://www.youtube.com/watch?v=WFMoNxZtKr0 , 24.1.2021, 01.50.
|
23 Ocak 1913'te İstanbul Şişli'de doğan Perihan Arıburun, Atatürk'ün Harp Okulundan hocası olan General A. Naci Eldeniz'in kızıdır. Aynı zamanda annesi Makbule Eldeniz'in Osmanlı Devleti'nin son dönem...
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/8183
|
Filiz ÇOLAK
|
2025-06-30 21:00
|
2025-08-12 13:14
|
|
3,965
|
Mütareke Dönemi Ordu Müfettişlikleri
|
Mütareke Dönemi, Ordu Müfettişlikleri, Fevzi Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa
|
I. Dünya Savaşı sonrasında Mondros Mütarekesi maddeleri gereğince Osmanlı ordusu terhis edilmeye başlanmıştır. Bu durum üzerine Osmanlı Genelkurmay’ı da elde kalan birliklerin düzenlenmesi ve barış döneminde eğitimlerine devam edebilmesi için ordu müfettişliği teşkilatına geçiş yapmayı planlamıştır. Ancak Mütareke döneminde asayiş sorunlarının yaşanması ve İtilaf Devletleri’nin Mütareke maddelerinin hızlı bir şekilde uygulanması konusundaki baskıları, ordu müfettişliklerinin farklı amaçlarla görev yapmasına neden olmuştur. 29 Mayıs 1919 tarihinde Osmanlı ordusu, üç ordu müfettişliğine ayrılmış ve müfettişlere Mütareke maddelerini hızlıca uygulayabilmeleri ve mıntıkalarındaki asayişi sağlayabilmeleri için askeri ve mülkî konularda geniş yetkiler verilmiştir. Hükümetin işgallere karşı tepkisiz kalması ve İtilaf Devletleri’nin baskılarına boyun eğmesi neticesinde müfettişler sahip oldukları yetkileri, Mütareke maddelerini tatbik etmekten ziyade, mukavemet hareketlerini örgütlemek ve İtilaf Devletleri’nin baskılarına karşı koymak için kullanmıştır. Mayıs-Ağustos 1919 arasında faaliyet gösteren ordu müfettişlikleri, özellikle İtalyan ve Yunan işgallerine karşı mücadele yürütmüş, Kuva-yı Milliye birliklerini desteklemiş ve Anadolu’daki bozulan asayişin yeniden sağlanmasında önemli katkılar sunmuştur. Kısa süreli çalışmalarına rağmen, müfettişlikler sayesinde Anadolu’daki askeri birlikler ve mülkî amirlikler kontrol altına alınmış, düzenlenen kongre ve toplantılarla mukavemet hareketi meşru bir temele oturtulmuştur.
|
Osmanlı ordusunun Mütareke koşulları çerçevesinde düzenlenmesi amacıyla kurulan askerî teşkilat
|
Askeri birliklerin ordu komutanı seviyesindeki generaller tarafından teftiş edilmesi ve bu generallerin barış döneminde “ ordu müfettişi ” sıfatıyla görev yaparak orduyu sefere hazırlamak için plan, tatbikat ve düzenlemeler yapması, modern Avrupa ordularında XVII. yüzyıldan itibaren tercih edilen bir uygulama olmuştur. Bu uygulama ilk kez XIV. Louis zamanında 1668 yılından itibaren Fransa ordusunda denenmiştir. Fransa ordusunda müfettişlik teşkilatının yararları görülmesi üzerine kısa bir süre içerisinde diğer Avrupa devletlerine de yayılmıştır. Bu sistemde; barış dönemlerinde ordu komutanlıkları kaldırılarak yerine ordu müfettişlikleri kurulmuş, böylece geniş karargâhlı ordu komutanlıkları yerine, teftiş göreviyle sorumlu daha az sayıda personelin yer aldığı müfettişlik karargâhları teşkil edilmiştir. Ordu müfettişleri, barış dönemlerinde emri altındaki birlikleri sürekli teftiş ederek, birliklerin yeterince eğitilmesini, donatılmasını ve savaşa hazırlanmasını sağlamışlar, eğitim programlarının ve askeri doktrinlerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynamışlar ve seferberlik sırasında ordu komutanı göreviyle cephelerde yer almışlardır. Osmanlı ordusunda ise ordu müfettişliği uygulamasına ilk kez II. Meşrutiyet döneminde geçilmiştir. II. Meşrutiyet’in ilanını takip eden süreçte yaşanan 31 Mart Vakası, Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu tarafından bastırılmıştır. Bu başarı, Mahmut Şevket Paşa’nın devlet içindeki otoritesini pekiştirmiş ve ona önemli bir nüfuz kazandırmıştır. Bu bağlamda, 15 Mayıs 1909 tarihinde kendisine “Birinci, İkinci ve Üçüncü Ordular Kıta’ât-ı Muhtelife-i Askeriyesi Müfettiş-i Umumiliği” görevi tevdi edilmiştir. Ancak Mahmut Şevket Paşa’nın müfettişlik görevi, Avrupa’daki örneklerinden farklı bir yapı arz etmektedir. Ordu komutanlıkları kaldırılmaksızın tesis edilen bu makam, Paşa’nın yetkilerini genişletmek ve onu kabinenin denetiminden muaf bir konuma taşımak amacıyla oluşturulmuştur. Avrupa ordularındaki uygulamalara benzer bir ordu müfettişliği sistemine geçiş ise 1910 yılına denk gelmektedir. Bu kapsamda, Almanya’nın 1871 yılından itibaren uyguladığı “Armee Inspektion” modelinden esinlenerek bir düzenleme yapılmıştır. Askeri Şûra’da gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda hazırlanan ve 9 Temmuz 1910’da yürürlüğe giren “Devlet-i Aliye-i Osmaniyye Ordusu’nun Teşkilat-ı Esasiyye Nizamnamesi” ile Osmanlı ordusu, dört ordu müfettişliği temelinde yeniden yapılandırılmıştır. Ancak, Balkan Savaşlarının başlaması, ordunun sefer düzenine geçmesine yol açarak bu sistemin tam anlamıyla entegrasyonunu engellemiştir. Savaşların ardından çalışmalar sürdürülmüş, özellikle Enver Paşa’nın Harbiye Nazırlığı döneminde müfettişliklerin himayesinde düzenlenen tatbikatlarla bu sistemin yerleşmesine önem verilmiştir. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte ordu bir kez daha sefer düzenine geçerek müfettişlikler kaldırılmış ve yerlerine ordu komutanlıkları kurulmuştur. Osmanlı ordusunda müfettişlik teşkilatı Mütareke döneminde de tercih edilen bir uygulama olmuştur. Ancak Mütareke dönemindeki müfettişlik teşkilatı daha önceki dönemlerden farklı bir amaçla kurulmuştur. Bu dönemde müfettişlik uygulamasının Genelkurmay tarafından önemli bir çözüm mekanizması olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Mondros Mütarekesi maddeleri gereğince ordu komutanlıkları kaldırılmaya başlanmıştır. Bu nedenle de Osmanlı ordusunun 9 Kolordu 20 Tümen halinde yeniden düzenlenmesine karar verilmiştir. Teşkilat içerisinde ordu seviyesinde bir birlik kalmadığı için ordu komutanı sıfatıyla atama yapılması mümkün olmamıştır. Burada Genelkurmay müfettişlik teşkilatına geçerek müfettişlere, Mütareke maddelerinde yer alan askerlerin terhisi, silah ve cephane teslimi işlerinin yapılıp yapılmadığına ilişkin denetlenme görevini vermiş, böylece Mütareke maddeleri aleyhinde bir görevlendirme yapmadığı gibi üst rütbeli komutanları aktif görevlere atama olanağına da kavuşmuştur. Mütareke döneminde ordu müfettişliği uygulamasına ilk kez, 7 Kasım 1918 tarihinde kaldırılan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’ndan kalan birliklerin düzenlenmesi amacıyla geçilmiştir. Söz konusu birlikler, II. Ordu Komutanı Nihat (Anılmış) Paşa komutasına verilerek, Paşa’ya askeri teçhizat ve cephanelerin düzenlenmesi ve birlikleri Konya’da toplanması görevleri verilmiştir. Ancak İngilizler, askerlerin terhis işlerinin hızlandırılmasını ve bir an evvel fazla cephanelerin teslimi konusunda Osmanlı Genelkurmay’ına baskı yapmışlar ve II. Ordu Komutanlığı’nın kaldırılmasını talep etmişlerdir. Osmanlı Genelkurmay’ı bu baskı neticesinde II. Ordu Komutanlığı’nı lağvetmiş ancak Nihat Paşa’yı bölgedeki faaliyetlerine devam edebilmesi için “Yıldırım Kıta’âtı Müfettişi” olarak atamıştır. Bu şekilde Nihat Paşa, Mütareke döneminde ordu müfettişi unvanıyla görevlendirilen ilk komutan olmuştur. Nihat Paşa Konya’da görevine devam ettiği sırada, İngilizler tarafından halkı silahlandırmak ve direniş cemiyetleri kurmaya çalışmak iddialarıyla Osmanlı Genelkurmayı’na şikâyet edilmiştir. Genelkurmay, Nihat Paşa’yı İngilizlerin baskısı neticesinde görevinden almak zorunda kalırken yerine yine Yıldırım Kıta’âtı Müfettişi unvanıyla, 23 Ocak 1919 tarihinde Mersinli Cemal Paşa’yı atamıştır. Yapılan bu görevlendirmeden İngilizlerin Nihat Paşa’nın unvanından ziyade faaliyetlerinden rahatsız olduğunu göstermektedir. Bu nedenle askeri teşkilat içerisinde ordu müfettişliği uygulamasına devam edilmiştir. Mütareke döneminde ordu müfettişi olarak görevlendirilen üçüncü isim ise Mustafa Kemal Paşa’dır. Osmanlı Devleti’nin mütareke görüşmeleri yaptığı günlerde İngilizler Osmanlı ordusunun Kafkasya’daki askerlerini geri çekmelerini istemiştir. Bunun üzerine ilk olarak Şark Orduları Grup Komutanlığı daha sonra ise Kafkas İslam Ordusu lağvedilmiştir. Adı geçen ordulardan kalan birlikler Yakup Şevki (Subaşı) Paşa komutasındaki IX. Ordu’nun emrine verilerek Erzurum bölgesinde toplanmaya başlamıştır. Doğu Anadolu’nun iklim şartları ve ulaşım alanındaki yetersizlik bölgedeki askerlerin terhis edilmesi ve silahların toplatılması işlerinde aksamalar yaşanmasına neden olmuştur. Buna ek olarak Yakup Şevki Paşa, Mütareke maddelerine tepki göstermesi ve bölgenin de işgal altında olmaması nedeniyle işleri hızlandırma konusunda bir çalışma yapmamıştır. İngilizler bu duruma tepki göstererek, Yakup Şevki Paşa’yı bölgenin asayişini bozmakla suçlamışlar ve görevinden derhal alınmasını talep etmişlerdir. Nitekim 3 Nisan 1919 tarihinde Yakup Şevki Paşa görevden alınmış ve IX. Ordu Komutanlığı da lağvedilmiştir. Yakup Şevki Paşa’nın görevinden alınmasına rağmen İngilizler, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’de asayişin giderek bozulduğunu belirterek, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa ile bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. Fevzi Paşa bu görüşme üzerine hazırladığı raporu hükümete teslim etmiş ve IX. Ordu’nun kaldırılmasından sonra bölgede boşluk oluştuğunu belirterek, “ hazarda talim ve terbiye ile iştigal ” olması için bir müfettişliğin kurulmasını ve bu müfettişliğe de Mustafa Kemal Paşa’nın atanmasını teklif etmiştir. Damat Ferit Paşa kabinesinin bu şikayetleri ve Fevzi Paşa’nın raporunu görüştüğü günlerde, müfettişliğin kurulmasını hızlandıran bir gelişme yaşanmıştır. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919 tarihinde Hariciye Nezareti’ne bir nota vererek, Doğu Anadolu bölgesindeki askerî birliklerin durumundan ve yaşanan asayiş olaylarından memnun olmadığını belirtmiş ve Mütareke maddelerine aykırı hareketlerin engellenmemesi durumunda işin ciddi bir hal alacağını ifade etmiştir. Damat Ferit Paşa, açıkça işgal tehdidi içeren bu nota üzerine Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey ile görüşmüştür. Mehmet Ali Bey, notada belirtilen şikayetlerin incelenmesi adına bölgeye geniş yetkiler verilecek muktedir bir zatın gönderilmesi ve gelecek raporlar ışığında aksiyon alınması gerektiğini belirtmiştir. Mehmet Ali Bey’in önerdiği isim de daha önceden Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa vasıtasıyla tanıdığı Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Müfettişlik meselesi hakkında Harbiye Nazırı Şakir Paşa ile Damat Ferit Paşa da bir görüşme gerçekleştirmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın ordu müfettişi olarak görevlendirilmesine karar verilmiştir. 30 Nisan 1919 tarihinde Padişah Vahdeddin’in irâdesiyle birlikte Mustafa Kemal Paşa resmen IX. Ordu Kıta’âtı Müfettişi olarak görevlendirilmiştir. Harbiye Nezareti, Nihat Paşa’yı müfettişlik görevine atarken kendisine herhangi bir talimatname vermemiştir. Ancak Mustafa Kemal Paşa için oldukça geniş yetkiler içeren bir talimatname hazırlanmıştır. Söz konusu talimatnamede, Mustafa Kemal Paşa’ya; mıntıkasındaki asayişsizliğin nedenlerini araştırması, Mütareke maddeleri gereğince sevk edilmesi gereken silahların uygun depolara sevkini sağlaması ve Doğu Anadolu bölgesinde kurulduğu iddia edilen şûralar hakkında bilgi toplayarak, iddiaların doğru olması durumunda bunları dağıtması görevleri verilmiştir. Belirtilen görevlerin yapılabilmesi için, mıntıkasındaki mülkî amirlere emir verebilme ve Harbiye Nazırını bilgilendirmek koşuluyla Sadrazamla direkt olarak yazışma yapma hakkı kendisine tanınmıştır. Osmanlı Genelkurmay’ı IX. Ordu Kıta’âtı Müfettişliği’nin kurulmasının ardından müfettişlik teşkilatını tüm orduya yaymak için çalışmalarına devam etmiştir. Bu doğrultuda İstanbul’da I. Ordu Müfettişliği teşkil edilerek, Kavaklı Mustafa Fevzi (Çakmak) Paşa 15 Mayıs 1919 tarihinde I. Ordu Müfettişi olarak atanmıştır. Daha sonra tüm müfettişlikleri kapsayacak bir talimatname hazırlığına girişilmiş ve Meclis-i Vükelâ’nın 29 Mayıs 1919 tarihinde müfettişliklere ait talimatnameyi kabul etmesiyle birlikte, Osmanlı ordusunda, 13. (Diyarbakır) Kolordu haricinde tamamen müfettişlik teşkilatına geçiş yapılmıştır. Ordu müfettişlikleri için hazırlanan talimatname incelendiğinde, mıntıkalarındaki asayişsizliğin nedenlerini tespit etmeleri ve bozulan asayişi tekrar sağlamaları ile Mütareke maddeleri gereğince toplatılması gereken silahların bir an evvel uygun depolara sevk edilmesi görevlerinin verildiği anlaşılmaktadır. 29 Mayıs tarihli talimatname, IX. Ordu için hazırlanan talimatnameyle aynı yetkileri içermektedir. Dolayısıyla Mersinli Cemal ve Fevzi Paşalar da tıpkı Mustafa Kemal Paşa gibi mıntıkalarındaki mülkî amirlere emir verebilme yetkisine sahip olmuşlardır. Sadece Sadrazamla direkt olarak yazışma hakkı söz konusu talimatnamede yer almamaktadır. Müfettişliklere ait talimatnamenin kabul edilmesiyle birlikte; I. Ordu Müfettişliği, 1. (Edirne), 14. (Tekirdağ) ve 25. (İstanbul) Kolordulardan, Yıldırım Kıta’âtı Müfettişliği; 12. (Konya), 17. (İzmir) ve 20. (Ankara) Kolordulardan, IX. Ordu Kıta’âtı Müfettişliği ise 3. (Sivas) ve 15. (Erzurum) Kolordulardan oluşturulmuştur. Müfettişliklere yukarıda belirtilen vazifeler dışında asayiş işleriyle alakalı olarak diğer müfettişliklerle doğrudan iletişim ve mıntıkalarında bulunan fırka ve mıntıka komutanlıklarına yapılacak atamalarda görüş bildirme hakları da verilmiştir. Harbiye Nezareti’nin 7 Haziran 1919 tarihli kararı gereğince müfettişlik isimlerinde değişikliğe gidilmiş, Yıldırım Kıta’âtı, II. Ordu Müfettişliği, IX. Ordu Kıta’âtı ise III. Ordu Müfettişliği olarak anılmaya başlanmıştır. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İstanbul hükümetlerinin en önemli meselesi asayişin sağlanması olmuştur. İstanbul hükümetleri, Mütareke sonrası başlayan işgallerin yapılacak barış antlaşması sonrası kaldırılacağını düşünmüş, Anadolu’da asayişin sağlanması ve Mütareke maddelerine uyulması halinde işgallerin genişlemeyeceğini savunmuştur. Müfettişliklerin teşkil edilme ve müfettişlere bu denli geniş yetkilerin verilme nedeni de asayiş sorununun çözülmesi isteğidir. Bu doğrultuda Harbiye Nezareti müfettişlerden mıntıkalarındaki durumu sürekli olarak rapor etmelerini istemiştir. Müfettişler de kolordular tarafından kendilerine gelen raporları incelemişler ve değerlendirmelerini yaptıktan sonra bazen günlük bazen de haftalık olarak Harbiye Nezareti’ne göndermişlerdir. Müfettişler sadece rapor göndermekle yetinmemişler, mıntıkalarında asayişi bozan unsurlar hakkında önlemler de almışlardır. Müfettişler için diğer önemli bir husus da istihbarat meselesi olmuştur. Harbiye Nezareti müfettişliklere gönderdiği emirlerde, Mütareke’nin imzalanmış olmasına rağmen, daha önce icra edilen istihbarat faaliyetlerinde aksama olmamasını istemiş, bunun için sınır içi ve sınır dışı hakkında elde edilecek bilgilerin muntazam ve mahrem bir şekilde gönderilmesini istemiştir. Müfettişler gelen emirler üzerine hazırladıkları istihbarat raporlarını, asayiş raporları ile birlikte Harbiye Nezareti’ne göndermişlerdir. Osmanlı ordusunda müfettişlik teşkilatına geçilmesinden sonra müfettişler ilk günlerde talimatlarında yer alan asayiş ve istihbarat faaliyetleri hakkında önemli çalışmalar yapmışlardır. Ancak İzmir’in işgal edilmesi ve sonrasında hükümetin işgale sessiz kalması, müfettişlerin yetkilerini işgallere karşı mukavemet yaratabilme adına teşkilat yapmak için kullanmalarına neden olmuştur. Bu çerçevede Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan sonra İstanbul’a gönderdiği raporlarda işgale ilişkin protestoların düzenlenmesini istemiş; Anadolu’daki askeri birliklere ve mülkî amirliklere gönderdiği telgraflarda ise işgale karşı mitingler yapılması ve silahların İtilaf Devletleri’ne teslim edilmemesi çağrısında bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın işgal karşıtı çalışmaları ve halkı örgütlemeye yönelik faaliyetleri, İngilizlerin tepkisini çekmiştir. İngiliz General Milne, 6 Haziran’da Harbiye Nezareti’ne gönderdiği telgrafında, Mustafa Kemal Paşa ve maiyetinin vilayetlerde dolaşmasının umumi efkarı tedirgin ettiği, heyetin çalışmalarının askeri bakımdan da gerekli olmadığını belirtmiş ve “derhal” İstanbul’a çağrılmasını istemiştir. Bu telgraf üzerine Mustafa Kemal Paşa, 8 Haziran’da Harbiye Nezareti tarafından İstanbul’a çağrılmıştır. Bu durum İngilizlerin Anadolu’da kendilerine karşı bir hareket vücuda gelmesinden ne kadar endişe ettiklerinin göstergesidir. Buna rağmen diğer ordu müfettişlikleri mıntıkalarında da mukavemet hareketine yönelik faaliyetler yürütülmüştür. II. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa, mıntıkasında hem İtalyan hem de Yunan işgali ile mücadele etmiş, yaptığı teftiş gezilerinde bölge halkını mukavemet etrafında birleştirebilmek için çalışmalar yapmıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa ile sürekli iletişim halinde kalarak, kendisine işgallere karşı bir ordu oluşturma isteğinden bahsetmiş, bunun için yeterli askeri teçhizatın olduğunu ve birliklerinin mevcudunu arttırmak için çalıştığını iletmiştir. II. Ordu Müfettişliği mıntıkasında yaşanan gelişmeler de İngilizler tarafından yakından takip edilmiştir. General Milne, 30 Haziran’da İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’a gönderdiği yazısında, Anadolu’da Müttefiklerin çıkarlarına aykırı hareketlenmeler olduğunu, hareketin Osmanlı hükümetinden bağımsız bir şekilde İttihatçı ajanlar tarafından yönlendirildiğini ve faaliyetlerin şu ana kadar propaganda aşamasında olduğunu ifade etmiştir. Milne hareketin başlıca teşvikçisi olarak ise Mustafa Kemal ile Mersinli Cemal Paşaları göstererek, ordu müfettişlerinin görevden alınması için hükümete baskı yapılmasını istemiştir. I. Ordu Müfettişliği mıntıkasında ise Fevzi Paşa diğer müfettişlikler kadar rahat hareket edememiştir. Müfettişliğin merkezinin İstanbul’da olması ve İtilaf temsilcilerinin baskıları bu durumun en önemli nedenidir. Ancak hükümetin mukavemet edilmesine dair bir emri olmamasına rağmen İzmir’in işgali sonrasında Yunan askerlerine karşı düzenli birliklerle ilk mukavemet, I. Ordu Müfettişliği’ne bağlı 14. Kolordu birliklerince gerçekleştirilmiştir. Bu mukavemetin ardından kısa bir süre içerisinde Balıkesir bölgesinde savunma hattı oluşturulmuştur. Damat Ferit Paşa hükümeti, İzmir’in işgalinden sonra yaşanan olaylara ilişkin bir heyet kurulmasını, heyetin bölgeyi inceleyerek kendilerine bir rapor hazırlamasını düşünmüş ve heyette I. Ordu Müfettişi Fevzi Paşa’nın da yer almasını planlamıştır. Ancak İngilizler, Fevzi Paşa’nın Anadolu’ya geçmesi durumunda diğer ordu müfettişleri gibi mukavemet lehinde çalışmalar yapacağı düşüncesiyle buna engel olmuşlardır. Burada mukavemet lehinde çalışanlar sadece ordu müfettişleri değildir. Müfettişliklere bağlı kolordu komutanları, daha alt birliklerdeki subaylar ve bazı mülkî amirler de müfettişlerin emirlerine riayet ederek mukavemet hareketine destek vermişlerdir. İngiliz baskılarına rağmen ordu müfettişleri, mukavemet hareketlerini geliştirme çalışmalarını sürdürmüştür. Ancak hükümetin işgallere karşı sessizliği, komutanları daha ciddi adımlar atmaya sevk etmiştir. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde hareket eden komutanlar, 22 Haziran 1919 tarihinde yayımlanan Amasya Tamimi ile işgallere karşı izlenecek stratejiyi ortaya koymuşlardır. Bu tarihi belgede, Türk milletine egemenlik ve bağımsızlık hedefleri doğrultusunda bir çağrıda bulunularak, milletin kendi kaderini tayin hakkı vurgulanmış, mücadelenin esaslarını sistematik bir şekilde ortaya konulmuştur. Tamim’de komutanların görev yerlerini terk etmemesi, silah ve cephanelerin teslim edilmemesi ve askerî ve millî teşkilatın hiçbir şekilde ilga edilmemesi gerektiği de vurgulanmıştır. Bu durum komutanların bölgesel mukavemet hareketlerinin yaşanan işgaller karşılığında bir çare olmadığı düşüncesiyle ülke genelinde bir örgütlenmeye gidebilmek için çalışacaklarının göstergesidir. Bu amaçla 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, 27 Haziran’da tüm birliklere bir emir göndererek, Kuva-yı Milliye’ye destek verilmesini ve Müdafaa-i Milliye gruplarının çoğaltılmasını istemiştir. Ayrıca askerî ve mülkî yetkililerin emre itaatsizlik durumlarında yargılanacağını da belirtmiştir. Mustafa Kemal Paşa ise Mersinli Cemal Paşa ve Ali Fuat Paşa vasıtasıyla II. Ordu Müfettişliği birlikleriyle, Bekir Sami (Günsav) Bey vasıtasıyla da I. Ordu Müfettişliği mıntıkasındaki birliklerle sürekli iletişim halinde kalarak, almış oldukları kararlar hakkında askeri ve mülkî yetkilileri bilgilendirmiştir. Amasya Tamimi’nin yayımlanması ve Mustafa Kemal Paşa’nın mukavemet yanlısı faaliyetlerinin ardından Dahiliye Nezareti 23 Haziran’da vilayetlere bir yazı göndererek, Mustafa Kemal Paşa’nın görevden alındığını bildirmiş ve emirlerine riayet edilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Mustafa Kemal Paşa ise kararın kendisine Padişah tarafından iletilmediği gerekçesiyle bir süre daha görevine devam etmiştir. Bu dönem içerisinde ordu müfettişleri sahip oldukları yetkiler sayesinde, askerî birlikleri bir arada tutabilmiş, mukavemet yanlısı komutanları görevlendirebilmiş, mukavemet yanlısı olmayanları denetim altına alabilmiş ve hareketi örgütleme fırsatını yakalayabilmişlerdir. Müfettişlikler arası iletişim sayesinde doğuda ve batıda farklı niteliklerle ortaya çıkan mukavemet örgütlerini tek bir çatı altında birleştirebilmek için önemli çalışmalar yürütebilmişlerdir. Bu durumun farkında olan İstanbul Hükümeti de ordu müfettişliklerinin etkisini kırabilmek adına girişimlerde bulunmuştur. İlk olarak İstanbul’a çağrılmasına rağmen geri dönmeyen III. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, 8 Temmuz’da Padişah Vahdettin tarafından görevden alınmıştır. Daha sonra II. Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa, 24 Temmuz’da ordu müfettişliği yetkilerine kıyasla oldukça düşük bir makamda (Askeri Okullar Müfettişliği) görevlendirerek etkisiz bir konuma getirilmiştir. Bu süreç içerisinde ordu müfettişlerini faaliyetleri boyunca destekleyen Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa ve Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa da görevlerinden alınmışlardır. Mustafa Kemal Paşa’nın görevden alınmasından sonra III. Ordu Müfettişliği vekaletine Kazım Karabekir Paşa, Mersinli Cemal Paşa’nın vekaletine ise 12. Kolordu Komutanı Miralay Selahaddin Bey atanmıştır. Hükümetin tüm baskılarına rağmen her iki komutan da Amasya Tamimi kararları doğrultusunda faaliyet göstermeye devam etmiştir. Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa hakkında çıkan tutuklama emrini uygulamadığı gibi Paşa’nın Erzurum Kongresi’ne katılmasını sağlamıştır. Ayrıca mıntıkasında bulunan ve Mütareke maddelerince teslim etmesi gereken silah ve cephaneyi de İtilaf güçlerine teslim etmemiştir. Miralay Selahaddin Bey ise Kuva-yı Milliye birliklerine destek olarak silah ve cephane göndermiş, Konya Valisi Cemal (Keşmir) Bey’in mukavemet aleyhine yürüttüğü faaliyetlere engel olmak için çalışmıştır. Hükümetin bu dönemdeki en önemli girişimi ise ordu müfettişliklerinin kaldırılması olmuştur. Ordu müfettişlerinin etkisini bir türlü kıramayan hükümet, müfettişlikleri kaldırıp ordu komutanlıklarının kurulmasına karar vermiş ve Anadolu’ya atanacak saray yanlısı paşalar sayesinde ordu üzerindeki kontrolünü arttırmayı planlamıştır. Ordu komutanlıklarının teşkili Mütareke maddelerine aykırı olmasına rağmen İtilaf Devletleri’nin Anadolu’daki hareketi etkisiz hale getirmek amacıyla duruma ses çıkarmadığı anlaşılmaktadır. Bu karar 29 Temmuz 1919 tarihli Meclis-i Vükelâ toplantısında alınmıştır. Ancak uygulama ilk olarak III. Ordu Müfettişliği üzerinde yapılmış ve 4 Ağustos’ta adı geçen müfettişlik kaldırılmıştır. III. Ordu Müfettişliği yerine III. Ordu Komutanlığı kurulmuş ve göreve eski Harbiye Nazırlarından Abdullah Paşa atanmıştır. I. ve II. Ordu Müfettişlikleri kaldırılmadığı için bir süre daha görevlerine devam edebilmişlerdir. 16 Ağustos’ta ise ordu müfettişliklerinin tamamen lağvedildiği açıklanmıştır. İstanbul hükümeti, ordu müfettişliklerinin ordu komutanlıklarına dönüştürülmesi projesinden de çok kısa sürede vazgeçmiş ve 18 Ağustos’ta ordu komutanlıklarının da kaldırıldığı açıklanmıştır. Hükümetin bu kararıyla, kendilerine sadık komutanlar bile olsa Anadolu’da yüksek rütbeli ve geniş yetkili komutanlar bırakmak istemedikleri anlaşılmaktadır. Mütareke döneminde kurulan ordu müfettişlikleri, İtilaf Devletleri’nin yoğun baskısı nedeniyle yalnızca dört ay kadar faaliyet gösterebilmiştir. Müfettişlerin çalışmaları, başından itibaren İtilaf Devletleri’nin istihbarat subayları tarafından izlenmiş ve Yüksek Komiserliklere rapor edilmiştir. Müfettişlerin mukavemet yaratma yönündeki faaliyetleri İtilaf Devletleri’nin müfettişlerin görevden alınması için Osmanlı hükümeti üzerinde yoğun bir baskı kurmasına ve müfettişlik teşkilatının lağvedilmesine yol açmıştır. Ancak bu kısa süre zarfında müfettişlikler tarafından yürütülen çalışmalar, mukavemet hareketinin Anadolu genelinde örgütlenmesine ve geniş bir coğrafyaya yayılmasına önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Müfettişliklerin bu yöndeki etkisi, özellikle Sivas Kongresi sonrasında daha belirgin bir şekilde görülmüştür. Bu bağlamda, Sivas Kongresi’nin gerçekleştirildiği dönemde İngiliz istihbarat subayları tarafından hazırlanan raporlar, mukavemet hareketinin ulaştığı boyutu ve etkisini ortaya koymaktadır. Raporlarda, Anadolu’da ciddi bir kriz yaşandığı, mukavemet hareketinin giderek yayıldığı ve bu hareketin bağımsız bir cumhuriyetin kuruluşuna doğru evrildiği açıkça belirtilmiştir. Mukavemet hareketinin kısa bir zaman diliminde örgütlenerek halkın katılımının arttırılmasında, ordu müfettişlerine tanınan yetkiler kadar onların yürüttüğü faaliyetler de büyük bir rol oynamıştır. Zira dönemin sınırlı iletişim olanakları göz önünde bulundurulduğunda, yalnızca yayımlanan tamim ve emirlerle halkın böyle bir harekete ikna edilmesi oldukça güçtür. Bu süreçte basın, önemli bir araç olarak öne çıkmış; ancak İstanbul basınının hükümet kontrolünde bulunması ve Anadolu’da basın faaliyetlerinin kısıtlı olması, özellikle doğudaki gelişmelerin batıya duyurulmasında ciddi zorluklar yaşanmasına neden olmuştur. Ordu müfettişleri, bu eksikliği gidermek için askerî birlikler aracılığıyla eşrafla iletişim kurmuş ve halkı doğrudan bilgilendirme yoluna gitmişlerdir. Ancak halkı topyekûn bir direnişe ikna etmek, bu dönemde ciddi bir problem teşkil etmiştir. Osmanlı Devleti’nin uzun yıllar boyunca savaşlar içerisinde bulunması, Türk toplumunu yorgun ve bitkin bir duruma sürüklemiştir. Üstelik hükümetin, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na İttihatçıların politikaları sebebiyle girdiğine dair yürüttüğü yoğun propagandalar, halkın bir kesiminde askerlere karşı güvensizlik yaratmıştır. Bu algıyı kırmak adına komutanlar, mukavemetin yalnızca üst düzey askeri yetkililer tarafından yürütülen bir hareket olmadığını göstermek amacıyla kongre ve toplantılar düzenlemiş, alınan kararlarda halkın temsilcilerine de söz hakkı tanımışlardır. Bu süreçte, doğu ve batıda farklı özellikler taşıyan mukavemet örgütlerini birleştirmek ve bu hareketi kongreler yoluyla meşru bir zemine oturtmak temel hedeflerden biri olmuştur. Böylelikle ilerleyen dönemde Millî Mücadele olarak anılacak olan bu mukavemet hareketine, askerlerin yanı sıra halkın sivil temsilcilerinin de aktif katılımı sağlanmıştır. Söz konusu katılım, yalnızca direnişin karakterini meşrulaştırmakla kalmamış, aynı zamanda İtilaf Devletleri’ne karşı güçlü bir argüman olarak da kullanılmıştır. Ordu müfettişleri ve mukavemet yanlısı diğer subayların çabaları sayesinde, bu direniş hareketi ‘İttihatçı subayların bir girişimi’ olarak değil, Türk milletinin ortak mücadelesi olarak algılanmıştır. Hükümetin Anadolu’da düzeni sağlama amacıyla kuruluşunu onayladığı ordu müfettişlikleri, görev sürelerinin kısalığına rağmen gerçekleştirdikleri yoğun ve etkili çalışmalarla, Anadolu’nun işgalden kurtulmasını sağlayacak hareketin temel taşlarını döşediklerini söylemek mümkündür.
|
Arşiv Belgeleri T.C. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi (TİTE) TİTE , K: 23, G: 18, B: 18-2001, (15 Haziran 1919). TİTE , K: 295, G: 16, B: 16001, 16-1001, (21 Haziran 1919). TİTE , K: 297, G: 1, B: 1001, (17 Temmuz 1919). TİTE , K: 297, G: 15, B: 15001, (19 Temmuz 1919). TİTE , K: 299, G: 66, B: 66001, (14 Temmuz 1919). T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (BOA) BOA , İ.DUİT, D: 158, G: 32, B: 1, (23 Ocak 1919). BOA , İ.DUİT, D: 158, G: 73, B: 1, (30 Nisan 1919). BOA , İ.DUİT., D: 158, G: 80, B: 1, (15 Mayıs 1919). BOA , BEO, D: 4585, G: 343836, B: 1, (4 Ağustos 1919). BOA , İ..DUİT, D: 59, G: 27, B: 1, (18 Ağustos 1919). T.C. Millî Savunma Bakanlığı Arşiv ve Askerî Tarih Daire Başkanlığı Arşivi (ATASE) ATASE, İSH, K: 14, G: 102, B: 1-2, (24 Mayıs 1919). ATASE, İSH, K: 21, G: 26, B: 1, (7 Haziran 1919). ATASE, İSH, K: 57, G: 88, B: 1-6, (23 Haziran 1919). ATASE, İSH, K: 103, G: 13, B: 2, (8 Temmuz 1919). ATASE, İSH, K: 214, G: 87, B: 2, (18 Ağustos 1919). Basılı Eserler Kitap ve Kitap Bölümleri Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, Cilt I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1998. Arşiv Belgelerinde Mustafa Kemal Atatürk , Genelkurmay Personel Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı Yayınları, Cilt I-II, Ankara 2017. Bardakçı, Murat, Bir Devlet Operasyonu: 19 Mayıs , Turkuvaz Kitap, İstanbul 2019. Bostancı, Mustafa, Mütareke Döneminde I. ve II. Ordu Müfettişlikleri , Gece Akademi, Ankara 2009. Bozkurt, Abdurrahman, İtilaf Devletleri’nin İstanbul’da İşgal Yönetimi , Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2014. Clary, David A., Whitehorne, Joseph W. A., The Inspectors General of the United States Army , Office of the Inspector General and Center of Military History, Washington D. C. 1987. Gök, Dursun, Mersinli Cemal Paşa İkinci Ordu Müfettişliği ve Harbiye Nazırlığı , Gençlik Kitapevi Yayınları, Konya 2015. Külçe, Süleyman, Mareşal Fevzi Çakmak Askeri ve Hususi Hayatı , Cumhuriyet Matbaası, İstanbul 1953. Şimşir, Bilal, İngiliz Belgelerinde Atatürk , Cilt I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1973. Türk İstiklal Harbi, Batı Cephesi (15 Mayıs-4 Eylül 1919) , Cilt II, Kısım I, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1963. Türk İstiklal Harbi , Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı , Cilt I, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1992. Türkmen, Zekeriya, Mütareke Döneminde Ordunun Durumu ve Yeniden Yapılanması (1918-1920) , Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2001. Yıldız, Gültekin, “Kara Kuvvetleri”, Osmanlı Askeri Tarihi Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri 1792-1918 , Ed. Gültekin Yıldız, Timaş Yayınları, İstanbul Haziran 2013. Makale ve Bildiri Koca, Salim. Yalçın, E. Semih., “Mustafa Kemal Paşa’nın Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine Tayininde Osmanlı Genelkurmayının Rolü”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi , Cilt 10, Sayı 29, 1994. Okur, Mehmet, “İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki Faaliyetleri, Osmanlı Hükümetleri Üzerindeki Baskıları ve Hükümetlerin Tutumu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi , Cilt XIX, Sayı 57, 2003. Türkmen, Zekeriya, “İkinci Meşrutiyet Döneminde (1908-1919) Osmanlı Ordusunda Müfettişlik Teşkilatına Geçiş ve Uygulamalar”, Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I , 1995. Unat, Faik Reşit, “Mustafa Kemal Paşa’ya Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişi Sıfatıyla Verilen Vazife ve Salâhiyetlere Dair Bazı Vesikalar I”, Tarih Vesikaları , Cilt II, Sayı 12, Nisan 1943. Tezler Canbek, Orkun, Mütareke Yıllarında Ordu Müfettişliklerinin Kuruluşu ve Faaliyetleri , Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2024. Efe, İsmail, Orduda Islahat ve Ordu Müfettişlikleri: 1908-1920 , Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2015.
|
Askeri birliklerin ordu komutanı seviyesindeki generaller tarafından teftiş edilmesi ve bu generallerin barış döneminde "ordu müfettişi" sıfatıyla görev yaparak orduyu sefere hazırlamak için plan, tat...
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/3965
|
Orkun CANBEK
|
2025-06-29 21:00
|
2025-08-12 09:59
|
|
9,713
|
M. Kemal Atatürk’ün Giresun Ziyaretleri
|
Cumhurbaşkanı, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Atatürk, Yurt Gezileri, Giresun Ziyareti, Erzurum Depremi, Samsun
|
Bu çalışmada Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın Yurt Gezileri kapsamında Hamidiye Kruvazörüyle eşi Latife Hanım ve devlet erkânı ile beraber İstanbul’dan Boğazları geçip Kara Denize seyahate çıkması, bu seyahat çerçevesinde 19 Eylül 1924 tarihinde Giresun’u ziyaret etmesi işlenecektir. Giresun ziyareti öncesinde 15 Eylül’de Trabzon yakınlarına vardıklarında 13 Eylül 1924 tarihinde Erzurum’da Deprem olduğu haberi gelince bir an önce Erzurum’a gitmek istemiştir. Ancak Trabzon’dan Erzurum’a ulaşabilecek uygun yol ve araç olmadığı için Ankara’dan Samsun’a uygun araçların gelmesini talep etmiştir. Bu şekilde Erzurum’a varıp, halkın deprem sonrası sıkıntılarını yerinde inceleyip, depremzede halkın yanında olmak ve moral vermek için Samsun’a doğru yola çıkmaya karar vermiştir. Ancak Ankara’dan uygun araçların Samsun’a gelmesi birkaç gün zaman alacağı bilindiği için bu sürede 15-16 Eylül 1924 tarihlerinde Trabzon, 17-18 Eylül 1924 tarihlerinde de Rize ziyaretini gerçekleştirerek, 18 Eylül’de Giresun’a doğru yola çıkılmıştır. 19 Eylül 1924 tarihinde Giresun Limanı’na vardıklarında halk limanda Gazi Paşa için toplanmış ve beklemekteydi. Mustafa Kemal Paşa Liman’da toplanan halkı selamlamış, halkın sevgi gösterileri eşliğinde Belediyeye geçmiş, bir süre sonra Halk Fırkasını da ziyaret etmiştir. Bilgi Yurdu’nun önünden geçerken Yurtta bulunan Süreyya ve Sırrı ismindeki iki genç Mustafa Kemal Paşa’nın yoluna çıkmış ve Dr. Necdet Bey’in Gazi Paşa için yazdığı övgü dolu nutkunu okumasına müsaade etmesini istemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa Dr. Necdet beyin okuduğu nutku sonuna kadar dinlemiş ve bu övgülere layık olmak için çalışmaya devam edeceklerini belirterek, gençlere olan güvenini ifade edip Giresun gezisine devam etmiştir. Netice olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa Giresun ziyareti akabinde Hamidiye Kruvazörü ile Samsun’a doğru yola çıkmışlardır.
|
1924 yılı Eylül ayında Boğazlardan geçerek Karadeniz’e yaptığı sonbahar gezisi çerçevesinde Mustafa Kemal Paşa’nın Giresun Ziyareti
|
Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele’nin tamamlanmasının ardından devletin kurumlarının oluşması, halkın ihtiyaçlarını tespit etme, hizmetlerin daha hızlı ulaştırılması, Türk ordusunun eğitim ve teçhizat açısından donanımlı hale getirilmesi, inkılâpların kabulünü sağlamak gibi sebeplerle yurt gezilerine çıkmıştır. Bu geziler, yurt gezileri, sonbahar gezileri gibi adlarla ifade edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 29 Ağustos 1924’te Dumlupınar’a doğru trenle yola çıkmıştır. Afyonkarahisar üzerinden 30 Ağustos günü öğleden sonra bu yolla Dumlupınar’a ulaşmıştı. Burada “Meçhul Asker Âbidesi”nin temelini atmış ve Başkomutan Meydan Muharebesi’nin ikinci yıl dönümü münasebetiyle toplanan halka bir konuşma yapmıştı. Konuşmasında: “ Hiç şüphe edilmemelidir ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Türk Devleti’nin ebedi hayatı burada taçlandırıldı. Bu âbide Türk yurduna göz dikenlere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır ” ifadeleriyle Türk Milleti’nin Büyük Taarruz’daki bağımsızlık mücadelesini hatırlatarak Türk vatanını işgale yeltenenlerin iyi düşünmesi gerektiğini bütün dünyaya ilan etmişti. Dumlupınar’daki programlarından sonra aynı günün akşamı Bursa’ya hareket etmişti. 31 Ağustos’ta Bursa’ya varan Mustafa Kemal Paşa Bursa’da kaldığı süre içerisinde, 11 Eylül 1924 tarihinde Bursa’nın Kurtuluşunun İkinci Yıl Dönümü törenlerine katılmış ve burada bir konuşma irâd etmişti. Konuşmasında; “ Efendiler bu kurtuluş gününü size tebrik ederken bu dağlarda, bu ovalarda kanlarını döken şehitlerimizi ve vatanları için, milletleri için mihnet ve meşakkat bilmeyen kahraman gazilerimizi hürmetle yâd ederim.” demişti. Ardından yanındaki heyet ve eşi Latife Hanım’la Bursa’dan Mudanya’ya geçerek, 12 Eylül’de Hamidiye Kruvazörü’ne binmiş, buradan itibaren gezisine deniz yolu ile devam etmişti. İstanbul’dan Boğazlardan geçerek Trabzon’a doğru yol almışlardı. 15 Eylül 1924 akşamı Trabzon Limanı’na ulaşmışlardı. Trabzon Belediyesinin Mustafa Kemal Paşa’nın şerefine verdiği yemekte: “ Arkadaşlar beş sene evvel ilk defa Samsun’a ayak bastığım zaman bana kalp kuvveti veren vatandaşlarımın ilk safında kahraman Trabzonluların bulunduğunu asla unutmayacağım. Sakarya kanlı savaşına Üçüncü Tümen ile yetişen Trabzon evlatlarının muharebe meydanında gösterdikleri fedakârlığın kıymetli hatırası daima dimağımda canlı kalacaktır. ” diyerek konuşmasını tamamlamıştı. Ertesi gün Trabzon’da Muallim Mektebi ve Halk Fırkasını ziyaret ettikten sonra Rize’ye doğru yola çıkmıştı. Bu yolculuk esnasında 13 Eylül 1924’te Erzurum’da deprem olduğu haberini almıştı. Ancak o tarihlerde Trabzon veya Rize’den Erzurum’a araçla geçilebilecek bir yol bulunmuyordu. Bunun için Ankara’dan Samsun’a araçlar çağrılmıştı. Araçların Samsun’a gelmelerinin de belli bir süre alacağı biliniyordu. Bundan dolayı 17-18 Eylül’de Rize ziyareti akabinde Giresun’u da ziyaret etmeyi planlamışlardı. Giresun’u ziyaret ettikten sonra Samsun’a ulaşıp, oradan Ankara’dan çağrılan araçlarla Erzurum’a ulaşmayı hedeflemişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, eşi Latife Hanım ve beraberindeki heyet, 18 Eylül’de Rize’den yola çıkmış, 19 Eylül 1924’te Giresun’a gelmişti. Yaklaşık bir haftadır Mustafa Kemal Paşa’nın gelmesini bekleyen Giresun halkı 19 Eylül sabahı Giresun caddeleri ve limanında toplanmış, Hamidiye Kruvazörü’nün limana ulaşmasını beklemişlerdi. Limanda Mustafa Kemal Paşa ve heyetini kıyıya ulaştıracak kayıklar hazırlanmış ve süslenmişti. Mızıka terennümleri ile Gazi Paşa’yı karşılamaya hazırlanan bando takımı da hazırdı. Bir karşılama heyeti oluşturulmuştu. Bu heyet vapura kadar gidip, karşılamayı vapurda yaparak, kıyıya yani Giresun’a davet etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, kıyıya çıkar çıkmaz bir kurban kesilerek, kıyıda bekleyen karşılama heyeti de tek tek takdim edilmişti. Belediyeye davet edilen Gazi Paşa o istikamete yönelince Mithat Paşa Oteli’nin köşesinden itibaren bekleyen halk coşkulu alkışlarla “ yaşa büyük halaskâr ” nidaları ile tezahüratta bulunmuştu. Bilgi Yurdu’ndaki gençler karşılama sesleriyle meydanı şenlendirmişlerdi. Esnaf teşkilatları, ilçe belediyeleri ve memur teşkilatları temsilcileri ile Zabıtan Cemiyeti ve Orta Mektep müdür ve öğretmenleri sıralanmıştı. Bu coşkulu karşılama arasından geçerek ve heyetleri selamlayarak Giresun Belediyesine ulaşmışlardı. Belediyede bir süre istirahat ettikten sonra hükûmet konağına doğru ilerlerken Bilgi Yurdu önünde Süreyya ve Sırrı adında iki genç Mustafa Kemal Paşa’nın yoluna çıkmış, Dr. Necdet Bey’in Gazi Paşa’ya hitaben yazdığı nutku okumasına izin verilmesini arz etmişlerdi. Kendilerine izin verilmişti. Bunun üzerine Dr. Necdet Otoman Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben yazdığı nutku okumaya başlamıştı. Nutkunda; “ Hoş Geldin Paşa. Bilgi Yurdu namına sizi selamlarım. Kaç gündür sizi bekliyoruz. Karadeniz’e çıktığın günden beri gözlerimiz ufukta kaldı. Enginlerin göklerle birleşen yerinde hep sizi aradık. Doğru Dumlupınar’dan mı geliyorsunuz? Yaptığın tarihi tekrar yaşamak için mi oraya gittin? Senin irade ve kudretin altında ölen ve öldüren şehitleri ziyaret ettin mi? Şimdi önlerinde derin bir huşû ve hürmet duyduğum gözlerin onları gördü mü? Dünkü silah arkadaşlarının ruhları mezarlarında şen ve müsterih uyuyor değil mi? İçlerinde bizim Yeşil Giresun’dan da kimse var mı? İdi. Kim iddia edebilir ki, temelini kudretli ellerinle vaz ettiğin (Meçhul Şehit) Âbidesi bizim Giresun uşaklarından birisin değildir? Onlara arzularının yerine geldiğini söyledin mi? Asil ve temiz kanlarının topraklara aktığı gün düşmanın da Akdeniz’de boğulduğunu anlattın mı? Dedin mi ki: Kazandıkları zafer meyvelerini vermiştir. Sen olmasaydın Ey büyük münci, Ey büyük halaskâr, Türk tarihi de olmayacaktı. Olsa bile sahifeleri artık zafer, hürriyet, saadet değil; zillet, esaret, hakaret kaydedecekti… Halbuki biz onların bir ayda geçemedikleri Sakarya’yı bir saatte aştık. Bin bir Milletin yardım ettiği Helen çocuklarını Karahisar’dan bir saatte attık. İki senede kan ve ateş tufanına boğarak yürüdükleri yolu biz bir haftada aldık. Tarihe onlar tarafından şehadet edecek bir kimse bile kalmadı. Günahlarını ilk evvel Sakarya’da sonra da Akdeniz’de yıkadılar… Allah’ın hür yarattığı Türk esir olmadı. Ve Tanrının kendi eli ile Sancağımıza taktığı ay ile yıldız yerlere düşmedi. Bizi yanlarından geldiğin Dumlupınar şehitleri ile sen kurtardın… Şimdi reisimiz siz ve Büyük Millet Meclisimizdir. Cumhuriyet bir taht ise biz gençler onun sehpasıyız. Biz kırılmadıktan sonra o yere düşmeyecektir. Ve üzerinde her zaman lâyık olan oturacaktır. Türk tarihinde artık kimse tufeyli yaşayamaz. Sizin büyük huzurunuzda bütün gençler yemin ederiz ki: Vatanın aleyhine; Hakimiyet-i Milliye ve Cumhuriyetin zararına herhangi bir baş kalkarsa onu da koparırız. Velev ki o baş Vatanı ve Hakimiyet-i Millîyeyi bize verenlerden biri olsun. ” Mustafa Kemal Paşa da dikkatle dinlediği bu nutka; “ Ey genç, bütün memleketin gençliğine tercüman olan kıymetkâr sözlerinden fevkalâde memnun oldum. Hakikatin ifadesi olan Giresun gençliğini tebrik ederim. Afyonkarahisar, Dumlupınar’da sizin uşaklardan da vardı. Bundan dolayı müsterih ve memnun olabilirsiniz. Bu sözleri söyleyen gençlikle memleket iftihar edecektir. Bu memleketin gençliği hakkımda pek büyük teveccüh gösterdi. Bu kadar lâyık olduğumu bilmiyordum .” cümleleriyle karşılık vermişti. Gençlerin bu hitabeti ve Gazi Paşa’nın da onlara olan mukabelesinden sonra Giresun Hükûmet Dairesine gidilmiş, burada kısa süre dinlendikten sonra Vali tarafından takdim edilen memurlar kabul edilmişti. Sıra ile adliye, maliye, nafia, jandarma ve zabıtan takdim edilmişti. Jandarma Komutanı’nın adliyeden şikâyet etmesi üzerine cinayet savcısı çağrılarak, Vali Bey’e de talimat vermiş ve Adliye ve Jandarma arasındaki sorunların çözülmesini emretmişti. Muhasebe-i Hususiye memurları ve Polis komiserlerini de kabul ederek taleplerini dinlemişti. Daha sonra Bilgi Yurdu’na geçen Mustafa Kemal Paşa burada gençlerin taleplerini dinlemiş, Bilgi Yurdu’na daha büyük ve geniş bir bina tahsis edilmesini Vali’ye emretmişti. Gençlere de Bilgi Yurdu’nu Türk Ocağı’na çevirerek faaliyetlerine devam etmelerini öğütlemişti. Bilgi Yurdu ziyareti sonrasında dinlenmesi ve kendisi ile görüşmeye gelen heyetlerle görüşmeler yapabilmesi için Vali Konağı hazırlanmıştı. Burada görüşmeler yapmaya devam etmişti. Daha sonra Jandarma Mektebini ve Hükûmet Dairesini ziyaret etmişti. Bu ziyaretlerde de kendisini görmeye ve tezahürat yapmaya gelen halk ve eşraftan bazı kimselerle görüşmeler yapmıştı. Otomobili ile iskeleye doğru ilerlerken belediye önünde inerek, iskeleye kadar yürümüştü. Bu yürüyüş esnasında iskeleye yakın Yıldız Lokantası’nın Fransızca olan tabelasını görünce bu tabelanın hemen kaldırılmasını istemişti. Bu sırada yanına yaklaşan bir kayıkçı: “ Mavnalarının çalışmasına izin verilmediği için evine ekmek götüremediği ni” söyleyerek şikâyet etmişti. Bunun üzerine Gazi Paşa, Vali Bey’e talimat vererek izin verilmesini sağlamıştı. İskeleye geldiğinde iskelede bulunan halk ve kendisiyle beraber gelen gençlerle vedalaşarak, kayığa binip, Hamidiye Kruvazörü’ne kadar ulaşmış ve Giresun ziyaretini tamamlamıştı. Bu ziyareti sırasında ilkokul talebesi olan Ali Rıza ile tanışmıştı. Ali Rıza, Mustafa Kemal Paşa’ya duyduğu sevgi ve hayranlıktan dolayı askerî tıbbiyeyi kazanmıştı. Askerî tıbbiyeden mezun olmuş, çalışma hayatı boyunca Tuğgeneralliğe kadar yükselmişti. Dr. Ali Rıza Erkan, emekli olunca Giresun Belediye Başkanı seçilmişti. Belediye Başkanlığı yaptığı 1976 yılında Atatürk’ün Giresun’a gelişinin 52. yılını kutlamaları sırasında duygulanarak Atatürk’ün doğumundan Cumhuriyet’i kuruncaya kadar bütün hayatını sevgi ve hayranlıkla anlattığı iki buçuk sayfalık mektup kaleme almıştı. Bu mektup Belediye Başkanı olarak imzaladığı üst yazısı ile Türk Tarih Kurumu’na gönderilmişti. Bu yazı ve mektup o tarihte Türk Tarih Kurumunun bir birimi olarak hizmet veren Atatürk Araştırma Merkezi, o günkü adıyla AYTAM (Atatürk ve Yeni Türkiye Araştırma Merkezi) Müdürü Afet İnan’a ulaştırılmıştı. Bu belgeler bugün TTK Arşivindedir.
|
Arşiv Belgeleri Türk Tarih Kurumu Arşivi, ARE 83 5 4-14, (Mustafa Kemal Paşa’nın Giresun Ziyareti). Türk Tarih Kurumu Arşivi, ARE 83 5 15-18, (Giresun Belediye Başkanı Emekli General Ali Rıza Erkan’ın “Büyük Atatürk ve Anılarım” başlıklı yazısı. Süreli Yayınlar Giresun’da Işık Gazetesi, 24.09.1924. Yeşil Giresun Gazetesi, 1924. Telif ve Tetkik Eserler AKIN, Fehmi, Atatürk’ün Sonbahar Seyahatleri , Anekdot Kitaplar, Ankara 2008. AYDIN, Nurhan-ERGÜN, Elif, “1924 Erzurum Depremi ve Gazi Mustafa Kemal Paşa”, Tarih ve Günce Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dergisi, I/2, (2018 Kış/Winter), 145-168. BAŞ, İbrahim, “Mustafa Kemal Paşa’nın Giresun Ziyareti ve General Dr. Ali Rıza Erkan’ın Atatürk Sevgisi ve Giderek Artan Hayranlığı”, 10. Atatürk Kongresi, 8-9 Kasım 2023 , Atam, Ankara 2024, s. 1133-1160. DAŞDEMİR, Latif, “Yurtiçi Gezilerinin Önemi ve Bilinmeyen Bir Gezi Çeşme Ilıca Ziyareti”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi , C VIII, S 3 (Atatürk Özel Sayısı), Ağustos 2008, s. 13-38. DAYANÇ, Muharrem, “Atatürk’ün Sonbahar Seyahatleri, Erzurum Depremi ve Ahmet Hamdi Tanpınar”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi , C 7, (Atatürk Özel Sayısı), Kasım 2006. KARAKAŞ, Ömer, 1946 Millet Vekili Genel Seçimleri Manisa Örneği, ATAM Dergisi, 29 (2013), s. 103-134. KOCATÜRK, Utkan, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü , Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı Yayını, (4. Baskı), Ankara 2023. KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938 , TTK Yayınları, Ankara 1988. ÖZGEN, Yüksel, “Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurt Gezileri (1923-1938)”, Atatürk Ansiklopedisi, www. ataturkansiklopedisi.gov.tr , 29.10.2020, (Erişim Tarihi, 10.06.2025). SARISAMAN, Sadık, “Atatürk’ün Şebinkarahisar Ziyareti”, Atatürk Yolu Dergisi , C5, S 19, Ankara 1997, s. 297-302. İnternet Kaynakları “Atatürk’ün Giresun’a Gelişinin 97. Yılı Kutlaması Programı”, http://www. giresun.gov.tr , 19.09.2021, (Erişim Tarihi 10.06.2025). “Atatürk’ün Giresun’a Gelişinin 98. Yılı Kutlaması Programı”, http://www. giresun.gov.tr , 19.09.2022, (Erişim Tarihi 10.06.2025).
|
Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele'nin tamamlanmasının ardından devletin kurumlarının oluşması, halkın ihtiyaçlarını tespit etme, hizmetlerin daha hızlı ulaştırılması, Türk ordusunun eğitim ve teçhiza...
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/9713
|
İbrahim BAŞ
|
2025-06-29 21:00
|
2025-08-12 11:35
|
|
1,474
|
Mehmet Haşim (Apaydın) Bey (1876-1940)
|
Çorum, Milletvekili, TBMM
|
Haşim Bey, Erzurum’da 1876 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Koyulhisar Defter-i Hakani Katibi Halil Efendi’dir. İlk ve orta eğitimini Koyulhisar Rüştiye’sinde tahsil etmiştir. Eğitim hayatını tamamladıktan sonra Koyulhisar Tapu Müdürlüğü Kaleminde staja başlamıştır. 1890-1893 yıllarında ise Koyulhisar Arazi Yoklama Katipliği görevini yürütmüştür. 1895 yılında Koyulhisar Sandık Eminliği görevine 1896 yılında ise Gürün Kazası Sandık Eminliğine atanmıştır. Haşim Bey, 1898 yılında Şarki Karahisar Merkez Tapu Katipliğine, 1909 yılında ise Niğde Tapu Katipliğine tayin edilmiştir. I. Dünya Savaşı yıllarında ise 1914’te Karaman Aşar ve Ağnam Kâtipliğinde, 1915’te Konya Özel Saymanlık Müdürlüğünde, 1916’da Tekalif-i Harbiye Ambarı Memurluğunda, 1917’de İaşe Ambarı Memurluğunda, 1918’de Tapu-Tahrir ve Tahdit Kurulunda görevlendirilmiş ve kurulun başkanlığını da yapmıştır. 1918 yılının Eylül ayından itibaren açıkta bulunan Haşim Bey, Büyük Millet Meclisi için yapılan seçimlerde 67 oy alarak Çorum’dan milletvekili seçilmiştir. Haşim Bey, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışında da hazır bulunmuştur. Ayrıca mecliste Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını yaptığı birinci grupta yer almıştır. Haşim Bey, birinci grup üyesi olmasına karşın 1923’te yapılan seçimlerde yeniden aday gösterilmemiştir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü kadrosundan açık aylığı alan Haşim Bey, 1932 yılında emekliye ayrılmış ve emeklilik yıllarını da Çorum’da avukatlık yaparak geçirmiştir. Üç çocuk sahibi olan Haşim Bey 12 Nisan 1940 tarihinde vefat etmiştir.
|
Milletvekili
|
Haşim Bey, Erzurum’da 1876 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Koyulhisar Defter-i Hakani Katibi Halil Efendi’dir. İlk ve orta eğitimini Koyulhisar Rüştiye’sinde tahsil etmiştir. Eğitim hayatını tamamladıktan sonra Koyulhisar Tapu Müdürlüğü Kaleminde staja başlamıştır. 1890-1893 yıllarında ise Koyulhisar Arazi Yoklama Katipliği görevini yürütmüştür. 1895 yılında Koyulhisar Sandık Eminliği görevine 1896 yılında ise Gürün Kazası Sandık Eminliğine atanmıştır. Haşim Bey, 1898 yılında Şarki Karahisar Merkez Tapu Katipliğine, 1909 yılında ise Niğde Tapu Katipliğine tayin edilmiştir. I. Dünya Savaşı yıllarında ise 1914’te Karaman Aşar ve Ağnam Kâtipliğinde, 1915’te Konya Özel Saymanlık Müdürlüğünde, 1916’da Tekalif-i Harbiye Ambarı Memurluğunda, 1917’de İaşe Ambarı Memurluğunda, 1918’de Tapu-Tahrir ve Tahdit Kurulunda görevlendirilmiş ve kurulun başkanlığını da yapmıştır. 1918 yılının Eylül ayından itibaren açıkta bulunan Haşim Bey, Büyük Millet Meclisi için yapılan seçimlerde 67 oy alarak Çorum’dan milletvekili seçilmiştir. Haşim Bey, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışında da hazır bulunmuştur. Ayrıca mecliste Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını yaptığı birinci grupta yer almıştır. Memuriyet hayatında Tapu Kâtibi olarak görev yapan Haşim Bey, mecliste de Tapu-Kadastro, Maliye ve Dilekçe komisyonlarında vazife almıştır. Bunların yanı sıra I. toplantı yılında Dilekçe Komisyonunun kâtipliği görevini de yürütmüştür. Haşim Bey, dönem içinde 7 kanun önerisi vermiş ve 2’si gizli oturumda olmak üzere toplam 44 kez söz alarak kürsüde görüşlerini beyan etmiştir. “ Birinci Dönem T.B.M.M. Milletvekillerinin Gelecekten Beklentileri Anketi ne de katılan Haşim Bey’in ankete verdiği cevapta iki konu üzerinde durduğu görülmektedir. Bunlardan ilki kapitülasyonlar meselesidir. Haşim Bey’e göre; kapitülasyonlar ulusal bağımsızlığın önündeki en büyük engeldi. Kapitülasyonlar kaldırılmadığı sürece ulusal bağımsızlık için verilen mücadelenin yokuş yukarı su akıtmak gibi boşa giden bir çaba olacağını düşünmektedir. İkinci olarak ise şecere-i zakkum (cehennemde bir ağaç) olarak nitelendirdiği cehalet meselesi üzerinde durmuştur. Ona göre; her koşulda başarılı özverilerde bulunulabilmesi için cehaletin kökünden devrilmesi gerekmektedir. Haşim Bey, birinci grup üyesi olmasına karşın 1923’te yapılan seçimlerde yeniden aday gösterilmemiştir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü kadrosundan açık aylığı alan Haşim Bey, 1932 yılında emekliye ayrılmış ve emeklilik yıllarını da Çorum’da avukatlık yaparak geçirmiştir. Üç çocuk sahibi olan Haşim Bey 12 Nisan 1940 tarihinde vefat etmiştir.
|
Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü Arşivi ESGMA ,Tasnif No: M0.051.075. ESGMA , Tasnif No: M0.051.075. TBMM Arşivi , Sicil Dosyası, No:102. Resmi Yayınlar Birinci Dönem Meclis Albümü 1920-1923 , (Yay. Haz.) Orhan Özdil ve Murat Babuçoğlu, TBMM Yayınları, Ankara 2022. Çorum İl Yıllığı 1967 , Ankara Bilgi Basımevi, 1968. Çorum İl Yıllığı 1973. ÇOKER, Fahri, Türk Parlamento Tarihi , Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919–1923, C.III, TBMM Yayınları, Ankara 1995. TBMM Albümü 1920-2010 (1. Cilt 1920-1950 ) , (Ed.) Sema Yıldırım ve Behçet Kemal Zeynel, TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, No.1, Ankara 2010. TBMM Zabıt Ceridesi , Devre: I. Telif-Eserler DEMİREL, Ahmet, Birinci Meclis’te Muhalefet İkinci Grup , İletişim Yayınları, İstanbul 2003. ERTAN, Ayfer, Millî Mücadele Döneminde Çorum ve Çevresi , Çorum Belediyesi Kültür Yayınları, Çorum 2008. GÜLEN, Tuğba, İki Dünya Savaşı Arasında (1918-1939) Çorum’da İz Bırakanlar , Çorum Belediyesi Kültür Yayınları, Çorum 2015. OZULU, Abdülkadir, Çorum Gazetesi Çevirileri 1921-1925 , Çorum Belediyesi Kültür Yayınları, Çorum 2008. SABUNCUOĞLU M.İhsan, Çorum Tarihine Ait Derlemelerim I-II–III Kısım , Kardeş Matbaası, Çorum 1971-1973. TEKELİ İlhan, “Mütareke ve Kurtuluş Savaşında Çorum”, Çorum Tarihi , 5. Hitit Festival Komitesi, Yay. Haz: Mustafa Ercan-İrfan Yiğit, Çorum Belediyesi Kültür Yayını, Çorum 2015. YILDIRIM, Hatice, I. ve II. Dönem TBMM Çorum Milletvekilleri (Biyografileri ve Faaliyetleri) , Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya 2008.
|
Haşim Bey, Erzurum'da 1876 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Koyulhisar Defter-i Hakani Katibi Halil Efendi'dir. İlk ve orta eğitimini Koyulhisar Rüştiye'sinde tahsil etmiştir. Eğitim hayatını tamamla...
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/1474
|
Hatice YILDIRIM
|
2025-06-02 21:00
|
2025-08-12 12:09
|
|
2,439
|
Bekir Sıtkı Bey (Ocak) (1885-1936)
|
Bekir Sıtkı Bey, Siverek, Milletvekili, TBMM
|
Bekir Sıtkı Bey, 1885 yılında Diyarbakır’da doğdu. Anne adı Fatime, babası ise Nakībü’l-Eşrâf Mesut Efendi’dir. Nüfus kaydında adı “Bekir” olarak geçmekte iken Meclis tutanaklarında ise “Bekir Sıtkı” ismiyle yazılmıştır. İlk eğitimini babasından ve başka müderrislerden alan Bekir Sıtkı Bey, 1908 yılında müderrislik icazetini almıştır. Babasının vefatı üzerine Nakībü’l-Eşrâf (Peygamber soyundan olanların işlerini görmek üzere içlerinden Hükümetçe tayin olunan memur) Kaymakamı olmuştur. Ayrıca Diyarbakır İl Genel Meclisinde Ergani ve Çermik ilçeleri üyeliği görevinde bulunmuş ve Meclisin 2. Başkanlığı görevini de icra etmiştir. Arapça ve Farsça dillerini bilen Bekir Sıtkı Bey, evli ve üç çocuk babasıdır. Mihrabü-l Vicdan, Eşar-ı Nefise ve Muaveret Zarife isminde yayımlanmamış eserleri de vardır. Şiirlerinde Divan edebiyatı geleneğini sürdürmüştür. Ancak eserleri ile ilgili başka bir bilgiye ulaşılamamıştır.
|
Siverek Milletvekili
|
Bekir Sıtkı Bey, 1885 yılında Diyarbakır’da doğdu. Anne adı Fatime, babası ise Nakībü’l-Eşrâf Mesut Efendi’dir. Nüfus kaydında adı “Bekir” olarak geçmekte iken Meclis tutanaklarında ise “Bekir Sıtkı” ismiyle yazılmıştır. İlk eğitimini babasından ve başka müderrislerden alan Bekir Sıtkı Bey, 1908 yılında müderrislik icazetini almıştır. Babasının vefatı üzerine Nakībü’l-Eşrâf (Peygamber soyundan olanların işlerini görmek üzere içlerinden Hükümetçe tayin olunan memur) Kaymakamı olmuştur. Ayrıca Diyarbakır İl Genel Meclisinde Ergani ve Çermik ilçeleri üyeliği görevinde bulunmuş ve Meclisin 2. Başkanlığı görevini de icra etmiştir. Arapça ve Farsça dillerini bilen Bekir Sıtkı Bey, evli ve üç çocuk babasıdır. Mihrabü-l Vicdan, Eşar-ı Nefise ve Muaveret Zarife isminde yayımlanmamış eserleri de vardır. Şiirlerinde Divan edebiyatı geleneğini sürdürmüştür. Ancak eserleri ile ilgili başka bir bilgiye ulaşılamamıştır. Birinci Dünya Savaşında göstermiş olduğu faaliyetler sayesinde önce İzmir ve daha sonra ise Edirne paye-i mücerredesi unvanı alan Bekir Sıtkı Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne vekil olarak seçilmeden önce, son Osmanlı Mebusan Meclisi seçimlerinde yine Siverek’ten mebus olmuştur. Son Osmanlı Mebusan Meclisinin 18 Mart 1920’de kapanmasından sonra Heyet-i Temsiliye’nin talimatına uyarak Ankara’ya gelmek üzerine yola çıktığında Samsun’da yakalandığı hastalık nedeniyle Ankara’ya gitmemiş, Meclis’ten izin alarak memleketi Diyarbakır’a dönmüştür. Çeşitli nedenlerle izinleri Meclis tarafından uzatılan Bekir Sıtkı Bey, 25 Nisan 1921’de Meclis’e katılmış ancak 28 Eylül 1921’de yine izin alarak Meclis’ten ayrılmıştır. Bu izin bitiminden sonra dönem sonuna kadar Meclis’e katılıp katılmadığı tespit edilememiştir. Bekir Sıtkı Bey TBMM’nin 2. Yasama yılında 4. şube üyeliği, 3. yasama yılında 2. şube üyeliği yaptı ve I. Grup üyesiydi. İlgili dönemde Meclis tarafından toplamda altı kere sağlık sorunları nedeniyle izinli sayılmıştır. Bunların dışında parlamentoda ortak imzası olduğu bir takriri vardır. Bu takrir “ Müecceliyeti Askeriye Vergisi verenlerin harice gitmelerine müsaade edilmesine dair takriri ”dir. Başka bir Meclis faaliyetine rastlanmayan Bekir Sami Bey 13 Ocak 1936 yılında Diyarbakır’da vefat etmiştir.
|
Arşiv Belgeleri ve Resmî Belgeler Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi . Devre 1, Cilt: 5. TBMM ZC . D.1, C 20. Kitap AKALIN, KÜRKÇÜOĞLU, Müslüm, A. Cihat, Urfa Millî Mücadele Albümü, Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Yayınları, 2018. DEMİREL, Ahmet, İlk Meclis’in Vekilleri Millî Mücadele Döneminde Seçimler , İletişim Yayınları, İstanbul 2017. ÇOKER, Fahri, Türk Parlamento Tarihi Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919-1923 , C III, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara 1995. TBMM Albümü, 1920-2010, 1. Cilt 1920-1950 , TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2010. Makale İLYAS, Ahmet, “I.ve II. Dönem TBMM’de Siverek ve Urfa Milletvekilleri ile Faaliyetleri”, Tarih Okulu Dergisi (TOD) , Yıl 8, Sayı: XXIII, ss. 347-361.
|
Bekir Sıtkı Bey, 1885 yılında Diyarbakır'da doğdu. Anne adı Fatime, babası ise Nakībü'l-Eşrâf Mesut Efendi'dir. Nüfus kaydında adı "Bekir" olarak geçmekte iken Meclis tutanaklarında ise "Bekir Sıtkı" ...
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/2439
|
Orhan KUTLUAY
|
2025-06-02 21:00
|
2025-08-10 20:44
|
|
2,440
|
Abdülgani Bey (Abdülgani Ensari) (1885-1974)
|
Siverek, TBMM, Meclis, Abdülgani Bey
| "Abdülgani Bey 1885 yılında Mardin’de doğmuştur. Annesi Naime Hanım, babası ise Şeyh İsma(...TRUNCATED)
|
Siverek Milletvekili
| "Abdülgani Bey 1885 yılında Mardin’de doğmuştur. Annesi Naime Hanım, babası ise Şeyh İsma(...TRUNCATED)
| "Arşiv Belgeleri ve Resmî Belgeler: TBMM Zabıt Ceridesi , Devre 1, Cilt:5. TBMM ZC , D.1, C 6. TB(...TRUNCATED)
| "Abdülgani Bey 1885 yılında Mardin'de doğmuştur. Annesi Naime Hanım, babası ise Şeyh İsmail(...TRUNCATED)
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/2440
|
Orhan KUTLUAY
|
2025-06-02 21:00
|
2025-08-12 10:54
|
|
2,441
|
Bozan (Pozan) Bey (1890-1968)
|
Urfa, Bozan Bey, Milletvekili, TBMM
| "Bozan Bey, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin halen Suriye sınırları içerisinde kalan Mektele(...TRUNCATED)
|
Urfa Milletvekili
| "Bozan Bey, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinin halen Suriye sınırları içerisinde kalan Mektele(...TRUNCATED)
| "Arşiv Belgeleri ve Resmî Belgeler Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt ve Denetleme Başk(...TRUNCATED)
| "Bozan Bey, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinin halen Suriye sınırları içerisinde kalan Mektele k(...TRUNCATED)
|
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/detay/2441
|
Orhan KUTLUAY
|
2025-06-02 21:00
|
2025-08-10 20:12
|
End of preview. Expand
in Data Studio
Atatürk Ansiklopedisi Veri Seti
Atatürk Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan Türk Dünyası Ansiklopedisi'nde bulunan makalelerin derlenmiş ve temizlenmiş halidir.
Detaylar
- Kaynak: https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/
- Dil: Türkçe
- Lisans: Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 (CC BY-NC 4.0)
Veri Seti Yapısı
id: Makale kimliğititle: Makale başlığıkeyword: Anahtar kelimelerabstract: Makale özetidefinition: Kısa tanımitemText: Makalenin tam metnisourceText: KaynakçasubText: Kısa alıntıarticleLinks: Makalenin orijinal bağlantısıwriterName: Yazar adıprimaryImage: Makale görseli (varsa)releaseDate: Yayın tarihi (YYYY-MM-DD HH:MM)updateDate: Güncelleme tarihi (YYYY-MM-DD HH:MM)
Kullanım
from datasets import load_dataset
ds = load_dataset("yalcineray/ataturk_ansiklopedisi", data_files="ataturk_ansiklopedisi.parquet")
Oluşturan
Eray Yalçın
📧 [email protected]
- Downloads last month
- 74